İYİLİĞİ EMRETMEK VE KÖTÜLÜKTEN MEN ETME ÂDÂBI

 

  1. FASIL                                       

   İYİLİĞİ EMRETMEK VE KÖTÜLÜKTEN MEN ETME ÂDÂBI

İyiliği emretmek ve kötülükten men etmek, bu ümmetin en önemli en büyük görevlerinden biri olup, onun en öne çıkan özelliklerinden ve hayırlı kılınmış olmasının sebeplerindendir. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: ” Sizler insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız ve Allah’a iman edersiniz.”[1]

İyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama, gücü nispetinde her Müslüman’a farzdır. Ancak bunun kendisine ait bazı edepleri vardır ki Allah’ın izniyle onlardan bahsedeceğiz.

 

Birinci edep : Sâlih Niyet :

İyiliği emredip kötülüğü yasaklayan kimsenin niyetinin sadece Allah rızası olması, onu bu işi yapmaya sevk eden şeyin Allah’ın rızasını kazanmak, Allah’a karşı (kıyâmet gününde) mazeret sahibi olmadan insanların hidâyetine vesile olma isteği olmalıdır. Çünkü insan, ancak sâlih niyet ve ihlasla tam bir mükâfata ulaşır ve Allah onun vasıtasıyla iyilikleri gerçekleştirir. Daha önce de geçtiği gibi âmeller, niyetlere göredir.

Sürekli iyi ve güzel niyeti zihninde canlı tutmak, salih niyet ve ihlâsın tamamlayıcıları mahiyetindedir. Hattâ kişi sırf zamanını iyiliğe emretmek ve kötülükten men etmek için vali tarafından görevlendirilip, bundan dolayı da bir ücret alıyorsa, iyiliği emredip kötülüğü men etmeden önce, niyetini dünyanın şaibelerinden arındırması gerekir. Mesela onun niyeti, sadece karşılığında ücret aldığı işi yapmak olmamalıdır ki böylece nasibi yalnız almış olduğu aylık olmasın. Bilâkis bu işi yapmaktaki niyeti, Allah rızasını ve âhiret yurdunu kazanmak olmalıdır. Bundan sonra ona gelen (ücret, aylık vb.) şeyler ise Allah’ın bir lütfudur.

İkinci edep: İyiliği Emretme ve Kötülüğü Yasaklamanın Konularını Bilmelidir:

Bazı selef uleması şöyle demiştir: Ancak emrettiği ve men ettiği şeyde mutedil, yumuşak huylu ve fakih olan kimse iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklar. İyiliği emreden ve kötülükten men eden kimsenin emrettiği ve yasakladığı şeyi bilmesi gerekir.[2] Cehaletle (bilmeden) emir veya nehiy yapmaz. Çünkü emrettiği veya yasakladığı şeyi bilmeden Şeri’ât’ın emretmediği şeyi emreder de insanlara Allah’ın sorumlu tutmadığı sorumlulukları yükler. Şeri’ât’ın yasaklamadığı şeyi yasaklar da insanlara Allah’ın helal kıldığı şeyi haram kılar ve neticede kendisi yoldan sapmış ve sapıklığa çağıran kimse olur. Nitekim ilim olmadan iyiliği emretme ve kötülükten men etme metodunda hatâ eden böyle bir kimse, aynı zamanda insanları düzeltmekten daha ziyade onların bozulmasına sebep olur. Farz oluşunun delilini bilmediği bir şeyi emreder veya haram olduğunu ispat edemeyeceği bir şeyden insanları alıkoyar. Aksi görüşte olanlardan birisi ile tartışma esnasında delil getirmekten vazgeçer ve susmak zorunda kalır. Aynı şekilde bilgisi olmadan her şeyi yerli yerine koyamaz. Bazen farzı emretmez sünneti emreder, bazen de haramdan alıkoymaz da mekruhtan alıkoyar.

İyiliği emredip kötülükten men eden kimse; emir ve nehyin, hangi durumda vacip, hangi durumda müstahab veya haram olduğu yerleri ancak ilimle bilebilir. Çünkü insan bazen başına gelecek bir zarardan emin olur ve kesin ya da zannı galiple kötülüğün ortadan kalktığına inanır. İşte bu gibi durumlarda ona iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak farz olur. Bazen kötülüğün kendi başına gelecek büyük bir zararla ortadan kalkacağını veya herhangi bir zarara düşmemekle beraber, kötülüğün yok olmayacağını kesin bir şekilde anlar ki; (bu her iki durumda da) iyiliği emretmesi ve kötülükten sakındırması müstehap olur. Bazen de kötülüğün asla yok olmayacağını, ondan daha şiddetli ve tehlikeli bir kötülüğe düşeceğini kesin bir şekilde anlar ve aynı şekilde bütün bu anlatılanlarla beraber kendisine şiddetli bir zararın geleceğinden emin olduğu zaman da iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak onun için yasak olur.

İyiliği emreden ve kötülükten sakındıran kimse, ancak ilim sayesinde ne zaman emredip ne zaman yasaklayacağını ve ne zaman da bundan uzak duracağını bilebilir.

Biz iyiliği emreden ve kötülükten men eden kimse için ilim şart olduğunu ileri sürerken, onun mutlak ilim sahibi olmasını veya mutlak ictihâd sahibi olmasını kastetmiyoruz. Ancak burada kastettiğimiz şey; yalnız emir ve nehiy yapılmak istenilen konuyla ilgili olsun, iyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan kimsenin bu konularda bilgili olmasıdır. Böylece o, iyinin dışında bir şeyi emretmesin ve kötünün dışında bir şeyden alıkoymasın.

Nitekim İbnü’l-Cevzî (r.a.), “Telbisu’l-İblis” adlı eserinde şöyle demiştir: ”Şayet iyiliği emreden kimse cahil ise; Şeytan onunla oyun oynar, dalga geçer. Onun söz konusu işi bozması, onu ıslah edip düzeltmesinden daha fazla olur. Çünkü o bazen İcmâ ile caiz olan bir şeyi yasaklar. Bazen sahibinin tevil ettiği ve bazı mezheplere uyduğu görüşü inkâr eder. Bazen kapıyı kırar, duvara tırmanır; kötülük ehline vurur ve onları topa tutar. Kendisine zor gelecek bir kelime ile cevap verdikleri zaman da, öfkesi kendi nefsine zarar verir.” [3]

 

Üçüncü edep: Emir ve Nehiyde (Yasaklamada) Yumuşak Davranmak :

İyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan kimsenin emrettiği ve yasakladığı şeyde olabildiğince yumuşak davranması gerekir. Çünkü bu vasıf Allah’a ve insanlara sevimli gelir ve insanların hızlı bir şekilde olumlu tepki göstermelerinin önemli bir sebebi olabilir. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah Refiktir (yumuşak davranır) ve her işinde yumuşak davranmayı sever. Yumuşak davranma karşılığında sertliğe ve diğerlerine vermediği şeyleri verir.[4] Ve başka bir hadiste peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim yumuşak davranmaktan mahrum ise, hayırdan mahrumdur.[5] Ve peygamberimiz (s.a.s.)şöyle buyurmuştur: “ Şüphesiz ki, yumuşak davranmak bir şeyde bulunursa, onu süsler. Bir şeyden alındığı zaman onu ancak çirkinleştirir.”[6] İyiliği emretmenin ve kötülüğü yasaklamanın süsü yumuşak davranmaktır.  İnsanlardan nicesini gördük ve işittik ki emredenin ve yasaklayanın kaba ve sert davranması sebebiyle ona itâat etmeyi reddetmişlerdir. Hatta bu, onlardan bazılarının hatâda diretmelerine ve hattâ daha büyük hatalar yapmalarına yol açabilir.

Yumuşak davranmanın, iyiliği emredene ve kötülüğü yasaklayana şart olduğuyla ilgili seleften bazılarının bu konuyla ilgili sözü yukarıda geçti. Yüce Allah’ın (c.c.), Firavuna gitmesi için Musa’ya (a.s.) ve Harun’a (a.s.) emrettiğinde olduğu gibi: “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki düşünüp te öğüt alır, yahut korkar.”[7]

Bir genç geçerken elbisesiyle (eteğiyle) Sıla b. Üşeyme’ye (Allah rahmet etsin) dolandı, Sıla’nın arkadaşları onu şiddetli bir şekilde engellemeye çalıştılar, (bunun üzerine) Sıla dedi: “Bırakın! Ben sizin yerinize ona engel olurum.” Sonra dedi ki: “Ey kardeşimin oğlu, sana bir ihtiyacım var.” (Genç) dedi ki: “Nedir o?” (Sıla) dedi ki: “Eteğini kaldırman bana sevimli gelir.” (Genç) dedi ki: “Evet, bu benim için bir onurdur ve eteğini kaldırdı.” Bunun üzerine Sıla arkadaşlarına dedi ki: “Bu sizin istediğinizden daha mükemmel bir (davranıştır), eğer siz ona söverseniz ya da ona eziyet ederseniz o da size sövecektir.

Dördüncü edep: Hilim (Hoşgörülü ve Sabırlı Olmak) :

Onun buradaki anlamı ve ondan kastedilen emredenin ve yasak-layanın hoşgörü ve sabırla süslenmesi gerekir ve öfkeli olmaması gerekir. Şayet o hoşgörülü olmazsa, insanların kendisiyle olan mücadelesine sabretmediği gibi kesinlikle onların günahlarına da sabredemez. Ve bu durumda o bazen başka bir günah işleyebilir ve öfkesi onu haktan uzaklaştırabilir. Hatta öfkesi, insanların ondan nefret etmesine ve emrinin ve yasaklamasının kabul etmemelerine sebep olabilir. Yüce Allah (c.c.), iyiliği emretmede ve kötülüğü yasaklamada hoşgörü ve sabır sahiplerinin vasıtasıyla nice fetihler yapmıştır. Bu görülen bir gerçektir.

Emreden ve yasaklayan kimse, bazen emredilen kimselerden engel-leme ve kötü tepkiyle karşılaşabilir. Eğer o halim olmazsa, Allah için değil de kendisi için öfkelenirse, öfkesinden dolayı mükâfat kazanamaz ve bu vazifesinden dolayı da sevap kazanamaz. Bu manaya daha önce ikinci edepte İbn Cevzî’den nakledilen sözünde işaret edilmişti.

Beşinci edep: Kendi Nefsini Emir ve Yasaklamaya Uymakla Mecbur Kılmak:

İyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan kimsenin, kendi nefsine Yüce Allah’tan sakınmayı ve kendi nefsini emredileni kabul etmeye zorlaması ve sakıncalı şeylerden kaçınması gerekir. Özellikle emrettiği ve yasakladığı şeylerde. Yüce Allah (c.c.), kendi nefsini uymaya mecbur etmediği halde; iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayan kimseleri kınamıştır. Dolayısıyla O şöyle buyurmuştur: “Siz kitabı okuduğunuz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Halâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”[8] Başka bir âyette Yüce Allah şöyle buyurmuştur:  “Ey iman ederler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur.”[9] Şu’ayb peygamber (a.s.), kavmine şöyle demiştir: “…Ben size yasak ettiğim şeylerde aksini yaparak, size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücüm yettiği kadar ıslah etmeye (düzeltmeye) çalışıyorum…”[10]

Peygamberimiz (s.a.v.), bu eylemin tehlikesini ve söylediğini yapma-yanın sonunu açıklamıştır. Peygamberimiz (s.a.s.), bu konuda şöyle buyurmuştur: “Bir adam kıyamet gününde getirilir ve ateşe atılır, iç organları karnından dışarı çıkar ve eşeğin değirmen taşının etrafında dönmesi gibi dışarı sarkmış olan iç organları da onun etrafında döner, sonra cehennem haklı onun etrafında toplanıp ve ona derler ki: Ey falanca! Ne oldu sana? Sen iyiliği emredip kötülüğü yasaklamıyor muydun? Bunun üzerine o der ki: Kesinlikle. İyiliği emrediyordum onu yapmıyordum, kötülüğü yasaklıyordum kendim (yasakladığım şeyleri) yapıyordum.”[11]

Bu söylenen sözün tersine davranma hususunda yapılan tehlikeli bir uyarıdır. Böyle yapanın sonucu, bu hadiste belirtildiği gibidir. Allah rahmet etsin biri şöyle demiştir: “Kötü âlimler, cennetin kapısında otururlar sözleriyle insanları oraya çağırırlar, fakat âmelleri ile buna engel olurlar. İnsanlar derler ki: Eğer onlarda bir hayır olsaydı ondan (cennetten) yararlananların ilki onlar olurlardı.” İşte bu, söylenen söze aykırı davran-manın sonuçlarından çok tehlikeli bir sonuçtur. Çünkü böyle yapan kimse, insanları Allah’ın yolundan engellemeye sebep olur. Çünkü insanlar, iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan kimsenin söyledikleriyle amel etmediğini gördükleri zaman, çoğunlukla ona uymayı reddederler. Ve onlar şöyle inanıyorlar; eğer onda bir hayır olsaydı, mutlaka ona icabet ederlerdi. Onlar, onun sözünden önce onun amellerine uyarlar. Bu, çok görülen bir gerçektir.

Uyarı:

İşte burada çok önemli bir mesele varıdır: Şeytan bazı insanları aldatıyor ve onlara der ki: “Söylediğini yapmadığın müddetçe; – Kur’ân’da ve sünnette geçen kınamayı hak etmemek için- iyiliği emredip ve kötülüğü yasaklamaktan sakın! Çünkü bu, Allah katında en büyük öfkeyi gerektiren bir iştir. İnsanlar, seni emrettiğin ve yasakladığın şeylere aykırı davran-dığını gördüklerinde senin hakkında ne söylerler!? Şüphesiz ki bu sana yakışmayan bir davranıştır.

Bu yoldan çıkaran çok tehlikeli bir iştir ki âlimler bu konuda uyarı yapmışlar. Çünkü hiçbir insan, günahlardan ve ayıplardan hali (yoksun) değildir. Eğer insan bütün günahlardan temizlenene kadar geri durursa, hiç kimse kesinlikle iyiliği emredip kötülüğü yasaklayamaz. Bu nedenle Sa’id b. Cübeyr (Allah ona rahmet etsin) öyle demiştir: “Bir kişi kendisinde hiçbir şey (günah) kalmayıncaya kadar iyiliği emretmeyip kötülüğü yasaklamasaydı hiç kimse iyiliği emretmez ve kötülüğü yasaklamazdı.” İmam Mâlik (Allah ona rahmet etsin) bunun ardından şöyle demiştir: “O (Sa’îd b. Cübeyr) doğru söylemiştir. Kim vardır ki onda (günah adına) bir şey olmasın.”[12] Ve İbnu Cevzî (Yüce Allah) ona rahmet etsin şöyle demiştir: “ İblis, bazı ibadet edenleri aldatmıştır ki; onlar kötülüğü görürler ama inkâr etmezler. Ve şöyle derler: “Ancak sâlih olan kimse iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklar, ben ise sâlih değilim, bu durumda benden başkasına nasıl emredici olurum? Bu yanlıştır. Kendisinde aynı günah olsa bile, onun iyiliği emredip kötülükten sakındırması gerekir. Ancak kötülük-ten uzak ve temiz olursa, kötülüğü yasaklaması etkili olur, eğer kötülükten temiz olmazsa, kötülüğü yasaklaması neredeyse etkili olmaz. Kötülüğe karşı çıkmasının etkili olması için, kötülüğü yasaklayan kimsenin kötülükten temizlenmesi gerekir.”[13]

İbn Kesir (Allah ona rahmet eylesin), Yüce Allah’ın şu âyetinin: “… Siz insanlara iyiliği emredip kendi nefsinizi unutuyor musunuz…”[14] tefsirinde şunları söylemiştir. Bu âyetteki maksat, Yüce  Allah, onları bu işlerinden dolayı kınamış, kendi nefisleriyle ilgili kusurları hususunda onları uyarmıştır. Zira onlar, başkalarına iyiliği emrediyorlar, ancak kendileri iyiliği terk ediyorlardı. Bu âyetten maksat, kendileri yapma-dıkları halde, başkalarına iyiliği emretmelerinin kınandığı anlaşılmama-lıdır. Bilâkis onların iyiliği işlememesi kınanıyor. Çünkü iyiliği emretmek bilinen ve âlimler için farz olan bir görevdir. Üstelik âlimlerin iyiliği tavsiye ettikleri kimselerle beraber o iyiliği kendilerinin de yapmaları gerekir. Âlimler onlardan geri durmamalıdır. Şüphesiz ki; iyiliği emretmek ve iyiliği yapmak her ikisi için de gereklidir. Birini yapıp diğerini terk etmek, insanı sorumluluktan kurtarmaz. Selef ve halef âlimlerinin bu konudaki iki farklı görüşlerinden en doğrusu da budur. Bazı âlimler, bazı günahları işleyen kimselerin, o günahı işleyen diğer insanları bu günahlardan men edemeyeceğini iddi’â etmişlerdir. Bu zayıf bir görüştür. Daha zayıf olanı ise onlar bu yanlış görüşlerine yukarıda geçen bu âyeti delil göstermeleridir. Çünkü bu âyette onlar için her hangi bir delil yoktur. En doğrusu kendisi iyilik yapmasa bile, âlim iyiliği emreder; kendisi günah işlese bile, halkı günah işlemekten alıkoyar, kendisi kötülük işlediği halde, başkalarını kötülükten meneder…[15]

Bundan açıkça anlaşılıyor ki; insan kötülüğü yasakladığı halde kendisi kötülük yaparsa, veya iyiliği terk ettiği halde, başkalarına tavsiye ederse sadece bir günah işlemiş olur. O da sadece kötülüğü işlemek ve iyiliği terk etmektir. Bu günahının cezası ona verilebilir. Ama iyiliği işlemediği gibi, onu tavsiyeyi de terk ederse veya kötülüğü işleyip başkalarını kötülük-lerden alıkoymazsa, o kişi bu durumda iki günah işlemiş olur. Allah en doğrusunu bilir!

Altıncı edep: Güzel ahlaklarla süslenmek.

Güzel ahlaklardan birisi şefkatlı ve yumuşak huylu olmaktır. Bununla ilgili bilgi yukarıda verildi. Bunlardan bazıları da şunlardır: Hoşgörülü olmak, güler yüzlü olmak, cömert olmak, cesur olmak, iyilik yapmak, doğru sözlü olmak, emin olmak ve daha birçok güzel hasletler bulunmaktadır. Bütün bu güzel hasletler, iyiliği emretmek ve kötülüğe engel olmak konusunda kişiye yardımcı olur. Bu hasletlere sahip olan insanlar, Allah’ın onları başarılı kılmasına sebep oldukları gibi; diğer insanların da onların emrettikleri ve yasakladıkları şeyleri hemen kabul etmelerini kolaylaşır. Kötü ahlak sahibi ise; iyiliği emretme ve kötülükleri yasaklama konusunda diğer insanları kendilerinden uzaklaştırır ve ona itaât etmezler. Bütün bu durumlar, gerçek olup herkes tarafından görülmektedirler.

Yedinci edep: (İyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan kimsenin) insanlardan bir menfaât beklememesi gerekir:

Eğer iyilikleri emreden ve kötülükleri yasaklayan kimse, insanlardan bir dünya malı beklentisi içinde olursa, Allah’ın dini hususunda iki yüzlü olabiliir ve onların yapmış oldukları kötülükleri görmezden gelebilir. Muhtasaru Minhacü’l-Kasidîn’in müellifi muhtesib’in (Belediye zabıtasının) edepleri bahsinde şunları söylemiştir: ” …. ve edeplerden birisi de insanlarla ilişkilerin azaltılması ve insanlardan beklenti içinde olmamaktır. Bu durum onlara karşı yağcılık yapılmasını da önler. Eğer kişi insanlardan şu iki şey hususunda beklentisini yok edemezse, onları kötülüklerden de alı koyamaz. Birincisi insanlardan gelecek olan iyilikler, ikincisi ise insanların rızası ve övgüsü.”[16]

İşte görüldüğü üzere Allah rızası için irşâd yapan kimsenin işi, ne kadar az olursa olsun, dünyevî hiçbir menfaât için olmamalıdır.

Sekizinci edep: İhtilaflı Konularda teenni ile hareket Etmek:

Özellikle de eğer konu ihtilaf edilmeye müsait ise ve farklı görüş sahibinin kendisine ait delili ve yorumu varsa, iyiliği emredenin veya kötülüğü yasaklayanın onu reddetmesi caiz değildir. Ancak haram oluşu herkesçe kabul edilen konularda olabilir. İlim ehlinden olmayan veya çok zayıf birilerinin görüşü olduğu açıkça bilinen birilerinin ihtilafı vs. bu duruma zarar vermez.

Dokuzuncu edep: Reddetmek İçin Uygun Vakti Belirlemek:

İyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan kimsenin, bu görevini gerçekleştirmek için yâni iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak için en uygun vakti seçmesi gerekir. Çünkü o eğer yanlış zamanı seçerse, iyilik yapayım derken kötülük yapabilir. Örneğin birisi, halkın önünde kralının küçük bir yanlışını kaba bir üslupla düzeltmeye kalkışırsa, kral ona karşı sertleşebilir ve onu yok edebilir. Yine birisine çok sinirlenip ona söven birisini görürse, o adamı engellemeye çalışırsa, kızgın adam daha da sinirlenip Allah’a bile sövebilir ve küfre düşebilir. Öyleyse iyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama işini üstlenen kimselerin itiraz için uygun vakti belirlemeleri bir zorunluluktur. Ancak bu kötülüklerin engellemesi işinin vakit uygun değil iddiasıyla tamamen rafa kaldırılması sonucunu doğurmamalıdır.

Onuncu edep: Kötülüğü Yasaklama Konusunda Kademeli Olarak Davranmalıdır:                                                                                                                             

Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sizden her hagi biriniz bir kötülük görürse onu hemen eliyle değiştirsin: eğer buna güü yetmiyorsa diliyle değiştirsin; ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”[17]

Eğer birisi fitneye mahal vermeden bir kötülüğe eliyle değiştire-biliyorsa bunu yapmalıdır. Eğer bundan dolayı bir kötülüğün veya bozgunluğun doğmasından korkarsa diliyle nasihat etmelidir. Eğer bunu yapamaz ve fitnenin çıkmasından korkarsa kalbiyle buğz etmekle yetinir. Eğer nasihat faydalı olursa, engellemeden önce nasihatle başlamalıdır. Dil ve uyarı fayda verirse bununla yetinmeli ayrıca kötülüğü eliyle düzeltmeye kalkışmamalıdır.

On birinci edep: En önemli ve öncelikli şeylerden başlamak:                                                                                                                       Eğer zayıf birisinin dövüldüğünü ve sigara içildiğini görürse, önce zayıfı kurtarmakla işe başlamalıdır. Sonra sigara içilmeyi engellemelidir. Yine babasına söven ve sakalını tıraş eden birilerini görürse, önce babasına sövene engel olmalı; ardından sakalın tıraş edilmesini engellemeye çalışmalıdır. Bunun gibi namazını geciktiren ve sakalını traş eden birisini görürse; sakalı tıraş edilmesine engel olmadan önce, namazını geciktirdiği için onu uyarmalıdır. Ve bu şekilde hareket etmesi gerikir. Nice muhtesipler (belediye zabıtaları), bu kuralı uygulamadıkları için küçük şeyleri büyük şeylerden önce ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Bunda ise ancak Allah’ın tam olarak bileceği kadar cehâlet, kusur ve aşırılık bulunuyor.

Onikinci edep: Kötülüğü gizlici yasaklamalıdır:                                                       

Bu da gücü yettiği kadar olmalıdır. Ancak genel olarak müslümanların faydası, kötülüğü açıkça yasaklamada olursa, onu açıkça yasaklar. Çünkü çoğunlukla kötülüğü gizlice yasaklamak Müslümanların faydasına daha uygundur. Bu da emredilen kişinin istenen işi yapması için en iyi yoldur. Özelliklede emredilen kişi, önemli görev sahiplerinden birisi ise bu tür insanlar, uluorta eleştirilmeden hiç hoşlanmazlar. İmâm eş-Şâfi’î bu konuda şöyle demiştir: “Her kim ki; din kardeşine gizlice bir nasihatte bulunursa, ona nasihatte bulunmuş ve onu süslemiştir. Her kim ki açıktan nasihat ederse, o kardeşini utandırmış ve onu lekelemiştir.”[18] Bilindiği gibi ve tecrübeyle sabit olduğu üzere bir suçlu kardeşine; uluorta rezil etmeden gizlice yapılan nasihatı kabule daha yatkındır. Ancak bütün bu durumlar, açıktan kötülüğü yasaklama durumunda Müslümanların faydası olursa, bir sünnetin ortaya çıkarılması, bir bidâtın ortadan kaldırılması gibi sebeplerden ötürü gizlice değil, açıkça kötülük engellenmelidir. Allah en doğrusunu bilir.

On Üçüncü edep: Gizli olması gereken şeyleri araştırmamak:

İyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan kimse sadece açık olan (zahir) kötülükten sakındırır ve kötülüğü meydana çıkarmak için casusluk yapıp evin gizliliklerini meydana çıkarmak, duvarlara tırmanmak gibi casusluk faaliyetlerinde bulunmaz. Mâverdi -Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun- şöyle demiştir: “Açık olmayan haramları meydana çıkarmak muhtesibin (zabıtanın) görevi değildir. Şayet bir işaret ve alâmetle bir kavmin kendisinden saklanarak günah işledikleri yönünde bir zann-ı galip kendisinde oluşursa, bu konu iki kısma ayrılır: Birincisi bu, telafisi mümkün olmayan bir yasağı çiğnenmesinde ise ve doğru sözlü olan birinin, bir erkeğin bir erkeği tenha bir yerde öldürmesi için ya da bir kadınla zina etmesi için başbaşa kaldığını ihbar etmesinde olduğu gibi, bu durumda casusluk yapıp araştırması caizdir ve telafisi mümkün olmayan sonuçlardan sakınmak için araştırmaya ve konuyu ortaya çıkarmaya yönelir. Aynı şekilde zabıta dışında görevli olmayan kişinin de Allah rızası için kötülüğü yasaklayıp onu meydana çıkarmaya yönelmesi caizdir. İkinci kısım, bu derecenin altındadır. Burada casusluk yapmak ve gizlilikleri ortaya çıkarmak caiz değildir. Şayet yasak olan bir eğlence sesinin bir evden geldiğini işitirse, onu evin dışında kalarak yasaklayacak. Eve girmek için hücum etmeyecektir. Zira kötülük açıktır; onun gizli yapılan günahı ortaya çıkarma yetkisi yoktur.”[19] İyiliği emredip kötülükten sakındıran herkesin, bu yüksek edeple edeplenmesi gerekir.

On dördüncü edep: Böbürlenmekten sakınmak:

İyiliği emredip kötülükten sakındıran kişinin böbürlen-mekten veya kendisinin günahkârlardan bir üstünlüğünün olduğunu zannetmekten sakınması gerekir. Çünkü kendini günahkârlardan üstün gördüğü zaman, o günahkârlardan daha değersiz olur. Bu husus, günahkârların günahını bilip bundan ötürü zelillik hissetmesi durumunda geçerlidir. Nitekim günahını bilip zelillik hisseden, günahını bilmeyip zelillik hissetmeyen gibi değildir. Kişinin kendini böyle üstün görmesi, onu günahkârlara karşı kibirlenmeye götürür ki bu çok tehlikeli büyük bir günahtır. Zabıtanın böbürlenmesi, bazen onu sultan veya başkalarının yanında, cesur kılar, iyiliği emredip kötülükten sakındırması onun işini yapmasına engel olur. Böylece onun âmeli hükümsüz olur. Seleften biri şöyle demiştir: “Ebu Cafer Mansur’u Cuma günü hutbede ağlarken işittim. Bu duruma kızdım. Minberden inince gidip kendisine yaptıklarını doğru bulmadıklarımı nasihat etmeye niyetlendim. Ancak insanlar otururken ve gözleri ile beni süzerken kalkıp halifeye nasihat etmeyi doğru bulmadım. Böylece bende bir böbürlenme meydana gelecekti: Halife benim öldürülmemi emredecek ve boş yere öldürülecektim. Bunun üzerine oturdum ve sustum.”[20]

Seleften birine; “Yöneticilerin huzuruna giden ve onlara iyiliği emredip onları kötülükten sakındıran kişi hakkında ne dersin!?” diye sorulunca o şöyle cevap vermiştir: Kamçılan-masından korkuyorum. Kendisine; “O, bu cezaya dayanabilecek biriyse” diye sorulunca; “Kendisine kılıç vurulmasından korku-yorum” demiştir. Kendisi bu cezayı almayacak kadar nüfuzlu biriyse diye sorulunca; “gizli olan “böbürlenme” hastalığına mübtela olmasından korkuyorum” dedi.[21] Bu da böbürlenmekten sakındırmaktır. Ancak yöneticilerin ve valilerin kötülükten alıkonması, yerinde olması, edepler ve şartlarının tam olması, bu sakındırmanın meşru olması, uyaranın niyetinin iyi olması, yumuşaklıkla ikaz edilmesi ve mümkün olduğunca gizli olması gibi şartlara bağlıdır. Emirleri ve yöneticileri kötülükten sakındırmak, cihadın en büyüklerin sayılır. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Cihadın en faziletlisi, zâlim bir sultanın karşısında hakkı ve adâleti söylemektir.”[22] Bunlar, iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla ilgili edep-lerden, Allah’ın bana müyesser kıldığı edeplerdir. Bu edeplerin sayısı on dört tanedir. Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.” [23]

 

 

 

 

 

 

[1]Âl-i ‘İmrân suresi, 110.

[2] – İbnu Kudâme, Muhtasaru Minhâcu’l-kâsıdîn, s. 128-129.

[3] – İbnu’l-Cevzî, Telbîsu İblîs, s. 143-144.

[4] Sahîhu Muslim, Birr ve’s-sıla, 77 (No: 2593). Bu hadis, ‘Aişe’den rivâyet edilmiştir.

[5]Sahîhu Müslim, Birr ve’s-sıla, 78 (No: 2594), Bu hadis, ‘Âişe’den rivâyet edilmiştir.

[6]Sahîhu Müslim, Birr ve’s-sıla, 78 (No: 2592), Bu hadis, ‘Cerîr’den rivâyet edilmiştir.

[7]Tâhâ suresi, 44.

[8]Bakara suresi, 44.

[9]Saff suresi, 2-3.

[10]Hûd suresi, 88.

[11]Sahîhu’l-Buhârî, (No: 3267, 7098); Sahîhu Müslim, (No: 2989), Bu hadis, Üsâme b. Zeyd’den rivâyet edilmiştir.

 

[12] – İbnu Kesîr, et-Tefsîru’l-‘azîm, 1: 91.

[13] – İbnu Cârûd, el-Muntekâ en-nefîs min Telbîsi İblîs, 188.

[14]Bakara suresi,144.

[15] – Bk. İbn Kesîr, et-Tefsîru’l-‘âzîm, 1:91.

[16] – İbnu Kudâme, Muhtasaru Minhâci’l-kâsıdîn, 129.

[17]Sahîhu Müslim, (No: 49), Bu hadis, Ebu Sa’îd el-Hudrî’den rivâyet edilmiştir.

[18] – İmâm en-Nevevî, Sahîhu Müslim Şerhi, 2: 33-34.

[19]– İmam Nevevî, Sahîhu Müslim Şerhi, 2. 33-34.

[20] – İbnu’l-Cevzî, Telbîsu İblîs, 181; Ali Hasan Ali Abdulhamid, el-Muntekâ en-nefîs, 186.

[21] – İbnu Kudâme, Muhtasaru Minhâcu’t-tâlibîn, 157.

[22] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3:19; Ebû Dâvud, Sünen, (No: 4344); Tirmizî, Sünen, (No: 2174); Tirmizî bu hadisin “hasen” olduğunu söylemiştir; İbn Mâce, Sünen, (No: 4011). Bu hadis, Ebu Sa’îd’den rivâyet edilmiştir.

[23] – Fazla bilgi için bk., İmâm Nevevî, Şerhu Sahîhu Müslim, (No: 2989)ve devamı; el-Mâverdî, el-Ahkâmu’s-sultâniyye, 219 ve devamı;  İbnu Teymiyye, el-Emru bi’l-ma’rûf ve’n-nehyu ‘ani’l-münker, …; İbnu Kudâme, Muhtasaru minhâci’l-kâsıdîn, 122 ve devamı;  Halit es_Sibt, İbnu Teymiyye, el-Emru bi’l-ma’rûf ve’n-nehyu ‘ani’l-münker, 175 ve devamı; Muhammed Abdulhakim Hâmid, 426 ve devamı ve diğer eserler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sahîhu Buhârî, (No: …….) ; İmâm Nevevî, Şerhu Sahîhu Müslim, (No: 2989) Ebû Dâvud, Sünen, …..; Tirmizî, Sünen,…. ;  İbn Mâce, Sünen,….. ;  Nesâî, Sünen, …..;  el-Hâkim, el-Müstedrek, …….;  İbn Hibban, Sahîh,   ……;  İbnu Huzeyme, Sahîh,   ….;  el-Elbânî, Sahîhu’l-câmi’,   ….. ; Bu hadis, .. den rivâyet edilmiştir.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.