VASİYET ETME EDEPLERİ

 

 

  1. BÂB VAV HARFİ
  2. Bölüm Vasiyet Edepleri

Şüphesiz vasiyet, Yüce Allah’ın emirlerinden biridir ve Allah’ın peygamberine de Hz. Muhammed’e (s.a.s.) de emretmiştir. Bazıları vasiyetin Müslümanlara vacib olduğu görüşünde olsa da, çoğunluk vasiyet etmenin müstehab olduğu görüşündedirler. Vasiyetle ilgili bazı edepler şunlardır:

Birinci Edep: Salih bir niyet getirmek:

   Vasiyet eden kimsenin vasiyetinde Yüce Allah ve peygamberinin (s.a.s.)  emrini yerine getirmeye, kendini haklardan kurtarmaya ve eğer varisleri dışındaki kimselere vasiyet ederse, hayırlı işlere destek olmaya niyet etmelidir. Böylece iyi niyet ile mükâfatı elde eder ve Allah’ın izni ile yanlışlardan sakınmış olur.

İkinci Edep: Sık sık vasiyet hazırlamak:

Bu, vasiyet etmesini gerektiren şey yanında bulunan kimse içindir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: ( Birinize ölüm yaklaştığında eğer geriye mal bırakacaksa, anasına, babasına ve akrabasına uygun bir şekilde vasiyette bulunması size farz kılındı. Bu takva sahipleri üzerine bir borçtur.)[1] Aşağıda belirtileceği gibi, vasiyet ancak varis olmayanlara yapılır. Kişinin vasiyet edebileceği bir malı bulunursa onun hakkında bir vasiyetname bırakması gerekir. Varislerin hisseleri açıklanmadan önce vasiyet etmek vacip idi. Sonra nesh edildi. Fakat bir insan zengin ise, vasiyet etmesi varis olmayan kimseler için müstehaptır. Kişi borçlu veya alacaklı olabilir. Bu nedenle kişinin bunu yazıp açıklaması gerekir ki hak sahiplerinin hakları zayi olmasın. Hz. Muhammed (s.a.s.), bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Hakkında vasiyet edebileceği bir malı bulunan Müslüman bir kimsenin, vasiyeti yanında yazılı olmaksızın iki -üç- gece geçirmeye hakkı yoktur.”[2]

Üçüncü Edep: Kişinin varislerini zengin bırakması:

Bundan maksat; kişi malını varis olmayanlara vasiyet etmek isterse, kendi varisine bir şey bırakmayacak şekilde malının hepsini veya çoğunu vasiyet etmesi uygun değildir. Bilakis kişinin varislerini zengin bırakması, onların halka ihtiyaçlarını açıp dilenen fakirler olarak bırakmaması onun için daha hayırlıdır. Bir gün Sa’d b. Ebî Vakkâs Hz. Muhammed’den (s.a.s.) malının büyük bir kısmını tek varisi olan kızı dışındakilere vermek için izin istedi ve şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisi! Gördüğünüz gibi ağrım çok şiddetlendi. Ben mal mülk sahibi bir kimseyim. Bana varis olacak tek kızımdan başka kimsem yoktur. Malımın üçte ikisini tasadduk edebilir miyim?

Peygamberimiz: “Hayır,” buyurdular.

Sad: “Peki yarısı ey Allah’ın elçisi?

Peygamberimiz: “Olmaz,” buyurdular.

Sa’d: “Üçte birini?

Peygamberimiz: “Üçte biri mi! O da çok. Senin varislerini zengin bırakman, onları fakir ve insanlara el açacak halde bırakmandan hayırlıdır.”[3]

Bu edebin gerçekleşmesine yardımcı olacak şeylerden birisi de bu konunun dördüncü edebine sımsıkı sarılmaktır.

Dördüncü Edep: Üçte birinden fazla vasiyet etmemek gerekir:

Yani vasiyette üçte birinden fazla vasiyet etmemek gerekir. Böylece varisler zarar etmesinler. Özellikle de miras bırakılan mal az olduğunda üçte birinden fazla vasiyet etmemek gerekir. Yukarıda geçen hadiste olduğu gibi Peygamber (s.a.s.), Sa’d b. Ebî Vakkâs’ı malının üçte birinden fazlasını vasiyet etmekten men etmiştir. Bazı alimler, malın üçte birinden fazla vasiyet etmenin haram olduğunu söylemişler. Bazıları da varislerin rızası şartıyla vasiyetin malın üçte birinden fazla olmasının mümkün olduğu görüşünde olmuşlardır. En iyisi kişinin vasiyetinde malının üçte birini aşmamasıdır. Hatta İbn Abbâs vasiyetin üçte birden az olmasını benimsemiştir.

 

     Beşinci edep: Herhangi bir varise vasiyet etmemek:

      Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Allah her hak sahibine hakkını vermiştir, varise vasiyet asla yoktur.”[4] Bir kişi varislerinden birine Allah’ın emir ve takdir ettiği hakkından fazlasını vasiyet ederse, Allah’ın emrini çiğnemiş olur. Ayrıca bu durum, varisler arasında kin ve düşmanlık tohumunun yeşermesine vesile olabilir. Bazı âlimler, küçük veya hasta olma gibi zaruretlerden dolayı varislerden birine belirlenen payından fazlası kadar vasiyet edilmesini diğer varislerin uygun görmesi şartı ile caiz olduğunu belirtmişlerdir. Bazı âlimler de bu durumu istisnasız caiz görmüş, bazıları ise mutlak surette reddetmişlerdir. Bu görüş bu konuyla ilgili en sağlam görüştür. Çünkü bu konuyla ilgili yasak bir hadiste rivayet edilmiştir. Ve çünkü bazı mirasçılar çekinerek onaylıyorlarmış gibi yaparlar. Fakat aslında buna rıza göstermiyorlar. Kim mirastan payına düşenden feragat ederse, o hakkını alsın ve onu istediği kimseye versin.

Altıncı Edep: Vasiyette adaletli davranmak:

Çünkü bazı insanlar, vasiyet ederken varislerinden birinin hakkını vermez veya mirasçılarından birine mirastan satış akdi ile ilgili sözleşme imzalatarak başkasının hakkını zayi ederler. Bütün bunlar haramdır, caiz değildir. Hatta bu insanın ömrünün sonunda yaptığı en kötü iştir ki bundan dolayı kişi cehenneme girer. Bundan dolayı varisler arasında adil olup onlardan herhangi birine zulmetmemek gerekir. Nitekim Yüce Allah, Kur’ân’da her varisin belirlenmiş payını, vasiyeti ve borcu zikrettikten sonra şöyle buyurmuştur: (Kim de Allah’a ve Peygamberine karşı isyan eder ve Onun sınırlarını aşarsa, Allah onu devamlı kalacağı cehennem ateşine koyar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.)[5]

Müfessirlerden bir grup ayette zikredilen haddin aşılması ile kastedilenin vasiyette zulüm etmek ve bunun gibi şeylerle haddi aşmak olduğunu söylemişlerdir. Şüphesiz ki; bu da Allah’a karşı haddi aşıp ileri gitmeye girer.

     Yedinci Edep: Vasiyette borcu ödemeye dikkat etmek gerekir :

     Bu da borçlu olan kimse içindir. Nitekim borç, dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan biridir. Kişinin varislerine herhangi bir şekilde borcunu ödemesini vasiyet etmesi gerekir. Çünkü borç, Allah’ın bağışlamadığı kul haklarındandır. Hz. Muhammed (s.a.s.)  borcu olup ödemesi için birisinin kefil olmadığı kimsenin namazını kıldırmamıştır. Seleme b. Ekva’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre; Hz Peygambere (s.a.s.)  namazını kıldırması için bir cenaze getirildiğinde efendimiz: “Borcu var mıdır?” diye sormuş; orada bulunanlar: “Hayır yok” dediklerinde namazını kıldırmıştır. Sonra başka bir cenaze getirilmiş. Efendimiz: ‘Borcu var mıdır?” diye sormuş. Orada bulunanlar: “Evet Ey Allah’ın elçisi!” Peygamberimiz: “Arkadaşınızın namazını kılınız!” buyurmuştur. Bunun üzerine Ebu Katâde: “Onun borcunu ben üstlenirim.” deyince Peygamberimiz (s. a. s.) onun cenaze namazını kıldırmıştır.”[6]

  Sekizinci Edep: Malının bir kısmını Allah için vakfetmek:

     Bu, gücü yetebilen zengin kimseler içindir. Malının bir kısmını Allah için vakfetmek sadakadır. Ta ki; onun mükâfatını ölümünden sonra elde etsin. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “İnsan öldüğünde üç şey dışında ameli kesilir: Sadaka-i cariye…”[7] Bunun en açık biçimi vakıftır. Bir ev gelirini Allah için vakfetmek, ilim talebelerine kitaplarını vermek veya arazi üzerine cami inşa etmek gibi şeylerde çokça hayır vardır. Bu da tabii ki varislerine zarar vermediği halde yapılır.

Dokuzuncu Edep: Ailesine Yüce Allah’tan sakınmalarını nasihat etmesi:

Kişinin mirasçılarına Yüce Allah’tan korkmalarını, her işlerinde O’na itaat etmelerini, günahları terk edip onlardan uzak durmalarını nasihat etmesidir. Ayrıca ölümü anında ağlayıp dövünmek gibi şeyleri yapmama-larını vurgulamalıdır. Bu şekilde kişi Allah huzurunda vazifesini yerine getirmiş olur.

 

 

Onuncu Edep: Vasiyet için şahit tutmak:

     Vâsiyet eden kişinin vasiyeti için şahit tutması gerekir. Bu, ithamlardan en uzağı ve vasiyetin en güvenilir olanıdır. Bazen bir kişi vasiyetinde zulmederse iki şahit onu hakka yönlendirip adaletli olmasını emrederler. Yüce Allah, şöyle buyurmuştur: “(Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet sırasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin. Yahut yolculukta olup size ölüm musibeti gelip çatarsa, sizden olmayan, başka iki kişiyi (şahit tutun). Eğer onlar hakkında şüpheye düşerseniz, o iki şahidi namazdan sonra alıkoyarsınız. Onlar da size: “akraba da olsa, yeminimizi hiçbir değer karşısında değiştirmeyeceğiz ve Allah için yaptığımız şahitliği gizlemeyeceğiz. Aksi takdirde biz elbette günahkârlardan oluruz,” diye Allah adına yemin ederler. (Eğer sonradan) o iki kişinin bir günah işledikleri (yalan söyledikleri) anlaşılırsa, bu durumda haksızlığa uğrayanlar mirasçılardan, şâhitliğe daha layık olan başka iki adam, onların yerine geçer. Ve onlar; “şüphesiz bizim şâhitliğimiz o ikisinin şâhitliğinden daha doğrudur. Biz haddi aşmadık, aksi takdirde biz elbette zalimlerden oluruz,” diye Allah’a yemin ederler. Bu (usul), şahitliklerini gerektiği gibi yapmaları, yahut yeminlerinden sonra yeminlerin reddedilme-sinden korkmaları için en iyi yoldur. Allah’a karşı gelmekten sakının ve  (emirlerini) dinleyin. Allah, yoldan çıkan bir topluluğu hidayete erdirmez.)[8]

On birinci Edep: Vasiyeti değiştirmemek:

     Bu, vasiyete tanık olanlarla ilgilidir. Vasiyete şahit olup onu dinleyen kimsenin onu eksilterek veya arttırarak değiştirmesi caiz olmaz. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “(Kim bunu (vasiyeti) işittikten sonra değiştirirse artık onun vebalı onu değiştirenlere ait olur. Şüphesiz Allah her şeyi işitendir ve çok iyi bilendir.)[9] Vasiyetle oynayıp onu değiştirmek hiç bir şekilde uygun değildir. Bununla İbn-i Kesîr’in dediği gibi, vasiyeti gizlemek de öncelikle bu konuya girer.[10]

On ikinci Edep: Zulüm korkusu olduğunda şahitlerin vasiyet eden kimseyi uyarmaları:

 Yani kim vasiyet yapıldığında orada bulunursa veyahut vasiyete şahit olursa, vasiyet eden kimseyi adaletsizlik yaparken görünce, Allah’ı hatırlatıp onu uyarmalıdır. Bu, insanların arasını düzeltmek içindir. Yüce Allah,  şöyle buyurmaktadır: “( Her kim, vasiyet edenin bir hata etmesinden veya bir günah işlemesinden endişe eder de ilgililerin aralarını düzeltirse, ona hiçbir vebâl yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”)[11]  O zaman şeriata uygun olarak şer’i yönden vasiyette değişiklik yapmak caiz olur. Bunun dışında vasiyette değişiklik yapılması caiz değildir. Şeriata uygun değişiklik yukarıda geçtiği gibi, insanlar arasını düzeltmek içindir. Allah en iyisini bilendir.

Bunlar, vasiyetle ilgili Allah’ın tespit etmesini bize kolaylaştırdığı edeplerdir. Bunların sayısı,  on iki edeptir. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.[12]

 

 

 

 

  1. Bölüm Ziyafet Âdâbı

İslamiyet ziyafeti meşru kılmıştır. Kişinin nikah gününde verdiği yemektir. Bununla alakalı İslamın  adapları vardır. İnsanın bu adapları bilmesi gerekir tâ davet yemeğindeki sevaba nail  olabilsin. Bu adaplardan bazıları:

 Birinci Edep: Salih niyet: Davet sahibi ziyafetinde iyi bir niyet getirmelidir. Bu Resulullah (asm)’ a uyma niyetidir. Nitekim  yemek yedirmek hayırlı hasletlerden ve  güzel  amellerdendir. Bu şekilde ziyafet için masraf, hazırlanması için sarfedilen zaman mükafatlandırılır.

İkinci Edep: Güç nisbetinde yemek yapılması: Ziyafet sahibinin insanlara yemek yaparken gücünün  üstünde olarak kendini sıkıntıya sokması gerekmez. Bilâkis gücü nisbetinde ne bulursa onu pişirmeli kendine zahmet çektirmemelidir. İki şey Efendimiz  (s.a.v) tarafından sabittir. Ziyafette  kurban kesilip yemek yapılması eğer bulamazsa mevcut şeylerle yemek yapılmasıdır. Enes (r.a) şöyle demiş :”Ben Resulullah (s.a.v)’ın kadınlarından hiçbirine Zeynep için yaptığı kadar düğün ziyafeti yaptığını görmedim çünkü o davette bir koyun  kesmişti. “Hz Muhammed (s.a.v) Safiye (r.a)’nın davetinde bir şey kesmemiş aksine Resulullah onun yemeğini hurma, kurutulmuş süt ve yağ ile yaptı. Ziyafet kişinin kendine zahmet vermeden kudreti nisbetinde olmalıdır. Fakat kişinin düğününde ziyafet vermesi kesin bir emirdir.     Üçüncü Edep: Allah için akraba, komşu ve kardeşlerin davet edilmesi: Şüphesiz akrabaları davet sıla-i rahimdir. Komşuları davet sadakadır, kardeşleri davet etmek ise muhabbeti devam ettirmektir. Dostluk ve muhabbetin fazla olması haklarını eda etmektir.

  Dördüncü Edep: Zenginler davet edilip fakirler bırakılmamalıdır:Şüphe yok ki bu İslamın gösterdiği bir tavır değildir hatta  İslamın  ilkelerine aykırıdır, İslam ruhu ile çelişmektedir. Bu fiil  fakir ve miskinlerin gönlünü kırar, davet sahibini de büyüklenmekle, zenginlere  gösteriş yapmakla itham eder. Bu haldeki ziyafet yemeği en kötüsüdür. Resulullah (s.a.v) şöyle  buyurmuştur ” Yemeğin en fenası zenginlerin davet edilip fakirlerin  terkedildiği velime yemeğidir. ” Bazı hadis rivayetlerinde de “Yemeğin en kötüsü gelene verilmeyip , gelmeyecek kimsenin çağrıldığı davet yemeğidir.”

Beşinci Edep: Davet yemeğinde israf etmemek :Allah Teâlâ Kur-an’ı Kerim ‘de şöyle buyurmuştur: “İsraf etmeyiniz çünkü Allah cc. israf edenleri sevmez. “( A’raf 31) Allah Teâlâ her işte israf etmeyi haram kılmıştır. İsraf ise orta hali  aşmaktır. Ziyafet sahibinin yiyecek ve içecek yapımında aşırıya kaçmaması, davetlilerin ihtiyacını aşmaması gerekir. Yoksa neticede çoğu çöpe atılır. Bu da haramdır. Allah insanı heder ettiği bir maldan dolayı sorguya çekecektir. Fakat malesef ki günümüzde insanların çoğu davet yemeği hususunda aşırıya kaçmaktadır. Hatta  bazen yüzlerce hayvanı kurban edip kızartılmış olarak yanında çok sayıda yiyecek,  içecek, meyve ve tatlı çeşitleriyle beraber takdim ederler. Malı zayi etmek, insanlara gösteriş yapmak vb. bütün bunlar israftır. Nitekim müslümanlar,  fakirler, miskinler, mülteciler ve evsizlerin büyük bir kısmı ihtiyaç sahibidirler. Hatta onlardan bazıları açlığın şiddetinden vefat ediyorlar. Böyleyken zenginlik ve refah içinde yaşayanlar mallarını bu şekilde heder ediyorlar. Allah yardım etsin. İsraf ehli Allah’ın nimetlerinin zail olmasından endişelenirler. Şüphesiz Allah’ın  nimeti ancak şükrüyle devam eder. Allah şöyle buyurmaktadır: ” Eğer şükrederseniz mutlaka size nimetlerimi  artırırım, eğer  nankörlük ederseniz şunu bilin ki azabım çok şiddetlidir. ” ( İbrahim 7)  Bu israf ve savurganlık, insanlara gösteriş  yapmak ve sun’i davranmak, ( toplumsal konumunu muhafaza etmek ) Allah Teâlâ’nın nimetlerini tanımamak ve inkar etmektir. İsraf ehli, misafirlerin ihtiyaçları nispetinde yemek yapıp fazlasını muhtaçlara tasadduk etseler, bu onlar için daha hayırlıdır. Nitekim  Allah israf edenlerin çoğunu bu fiillerinden dolayı cezalandırmaktadır. Düğün yemeğinde damadın borçlanmasıyla fazlaca masraf ortaya çıkar. Bundan sonra  da gelin ve damat arasında sıkıntılar baş gösterir. Allah yardım etsin.

Altıncı Edep: Davette yasak amellerin yapılmaması: Davet sahibi  davetinde çalgı aletleri, kışkırtıcı şarkılar, kadın- erkek birlikte bulunması, dans, alkollü içecek takdimi gibi haram şeylerden herhangi birini bulundurmamalıdır. Bütün bunlara izin yoktur. Çünkü tehlikeli hilelerin olduğu büyük günahlardır. Eğer davet bu münkerlerden oluşuyorsa o davetlinin gitmemesi gerekir, onun için herhangi bir günah yoktur.

  Yedinci Edep: Davet edenin davetine icabet edilmelidir: Sahih hadisler davete icabet etmenin gerekliğine işaret etmişlerdir. “Biriniz davete çağrılırsa, icabet etsin.” Yine şöyle buyurmuştur: ” Biriniz düğün yemeğine davet edilirse icabet etsin. ”

Sekizinci Edep: Oruçlunun davete icabet etmesi: Oruçlu olan kimse bir düğün yemeğine davet edilirse, davete icabet edip şahit olmalıdır. Sonra insanların arasında oturup yemek yemeden düğün sahiplerine dua etmelidir.  Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Biriniz davet edildiğinde icabet etsin, oruçluysa namaz kılsın, değilse yemek yesin. “ Kişi oruçlu değilse yine davete icabet etmelidir.  Yiyip içmesi kendi tercihidir. Efendimiz ( sav): ‘Biriniz yemeğe davet edilirse icabet etsin, isterse yesin isterse yemesin.’ buyurmuştur. Ama davete icabet etmemek dediğimiz gibi davet sahibinin gönlünü incitir.

Dokuzuncu Edep: Münkerlerin olduğu bir davete icabet etmemek: Davet, zengin fakir ayrımının yapılıp sadece zenginlerin çağırıldığı, kadın erkek karışık olup musiki, eğlence vs gibi hoş karşılanmayan ve haram olan şeyler barındırıyorsa davetlinin gitmesi caiz olmaz. Hafız bin Abdülbir(ra) şöyle demiştir: Eğlencesiz bir davete icabet etme konusunda ihtilaf yoktur. İbn Kudame: Kişi içinde içki, saz, ud vb şeylerin bulunduğu bir yemeğe davet edilirse – haramları izale edebilirse- gitmesi gerekir. Çünkü o, iki farzı yerine getirir: Müslüman kardeşinin davetine icabet eder ve haramları defeder.  Haramları durdurmaya gücü yetmiyorsa gitmez. Bir adam bir yemek yapıp Alî bin Ebî Tâlib (r.a.)’ın evine göndermiş, Fâtıma (r.anha) da: Keşke Nebi (sav)’i davet edip O da bizimle beraber yiyerdi, demiş ve bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav)’i davet etmişler. Resûl-i Ekrem de gelmiş ve elini kapının iki tarafında ağaçların üstüne koymuş. Sonra (içeri gireceği sırada) odanın bir kenarında desenli bir örtü görüp geri gitmiş. Bunun üzerine Fâtıma, Alî’ye: Yetiş de, Seni geri çeviren nedir? Yâ Resûlallah, diye sor, demiş.

(Ali de yetişip sormuş ve) Resûl-i Ekrem (sav): Müzevvak (yâni nakışlarla süslü) bir eve girmek benim için yoktur, buyurmuştur. Hattabî bu hadis hakkında şöyle demiştir: Bu hadis eğlence ve haramın olduğu bir yere davet edilenin gitmemesi gerektiğinin delilidir. İbn Hacer: Bir evde herhangi bir haramın bulunması o eve girmeye engeldir. İbn Ahmed haram bulunan bir davete giden, gidişinde haramların saklanıp haramı görmeyip işitmeyen, sadece bir köşede oturan adam hakkındaki görüşü sorulunca şöyle demiş: İcabet etmemişse  günah işlememesini, eğer gitmişse de günahkar olmamasını ümid ederim. Kim bir davette müzik, şarkı, süslü kadınlar, sarhoş edici içkiler vs gibj haramların bulunduğunu  biliyorsa gitmesi caiz değildir, ancak bütün bunlara engel olabilecekse gidebilir.

Bu, davet yemeğiyle alakalı son adaptır. Sayısı dokuzdur. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

 

 

 

 

 

ARAP EDEBİYATI TARİHİ DERSİ ÖDEVİ ~   NURDAN EREN 201225103

[1] – Bakara suresi, 2: 180.

[2] – Buhârî, Sahîh, No: 2738; Müslim, Sahîh, No: 1627. Bu hadis, İbn Ömer’den rivayet edilmiştir.

[3] – Buhârî, Sahîh, No: 56, 1295, 3936, 4409, 5668,..; Müslim, Sahîh, No: 1628. Bu hadis, Sa’d’dan rivayet edilmiştir

[4] – Ebu Dâvud, Sünen, No: 3565; İbn Mâce, Sünen, No: 2713 ve diğerleri bu hadisi Enes’ten rivayet etmişler; el-Elbânî, Sahîhu’l-câmi’, No: 1788.

[5] – Nisâ suresi, 4: 14.

 

[6] – Buhârî, Sahîh, No: 2289, 2295, Bu hadis, Seleme’den rivayet edilmiştir.

[7] – Müslim, Sahîh, No: 1631. Bu hadis Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.

[8] – Mâide suresi, 5:106-108.

[9]–  Bakara suresi, 2:181.

[10] – İbnu Kesir, Tefsîru’l-kebîr, 1:227.

[11] – Bakara suresi, 2:182.

[12] – Fazla bilgi için bakınız: el-Fâsî, Cem’u’l-fevâid, 1:462 ve devamı; İbnu Hacer, Fethu’l-bârî bi şerhi Sahîhi’l-Buhârî, 5:419 ve devamı; Salih el-Atram, el-Mesâlih; el-Elbânî, Ahkâmu’l-cenâiz, s. 5 ve devamı; el-Munzzirî, et-Terğîb ve’t-terhîb, 4:225 ve devamı ve diğer kaynaklar:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.