BİRİNCİ FASIL
ZEKÂT VE SADAKA EDEPLERİ
Zekât ve sadaka vermek, sâlih amellerin en büyüğü, Allah’a yakın-laştıran şeylerin en hayırlısı, kabir azabından korunma ve özellikle sadaka edepleri ile edeplenmiş olanlar için kıyamet gününde Allah’ın arşının gölgesinde gölgelenme sebebidir. Bu edeplerden bazıları şöyledir:
Birinci edep: Zekât ve sadakada ihlaslı olmak.
Zekât ve sadakada niyetin sırf Allah rızası için olması gerekir. İster vacip olsun isterse müstahap olsun, sadaka ile Allah’ın rızası ve yakınlığı istenilmelidir. Şüphesiz ki sadakada ihlâsın olmayışı, onu geçersiz kılar ve mükâfatını boşa çıkarır. Bazı insanlar sadaka vermekle, tanınsın diye gösterişe, saygınlık elde etmeye, kibirlenmeye ve övünmeye yönelirler. Bunun için çok istekli olurlar. Böyle yapanlar, kıyamet gününde en şiddetli ceza ile cezalandırılacaktır. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde (Cehennem) ateşinde ilk yanacaklar üç sınıftır… Sadaka veren getirilir… Allah ona da sorar: “Bunca nimetin karşılığı olarak ne yaptın?”…”İnfakta bulundum.” der… Allah ona şöyle diyecek: Yalan söyledin. Sen ancak cömerttir, denilsin diye sadaka verdin ve ona: “Zaten bu isteğin gerçekleşti” denilir.”[1]
İkinci edep: Zekât ve sadakada farz olanları öğrenmek gerekir:
Müslüman’ın kendisine farz olan sadakaları, miktarlarını ve kime vereceğini vb. ibadetini sahih kılan şeyleri öğrenmesi gerekir. Bu hususları öğrenmek, ilim ehline sormaya varıncaya dek, (malından) herhangi bir şey çıkarmadan önce olmalıdır. Çünkü kişi, ibadette yüce Allah’ın koyduğu kanuna uygun bir şekilde eda etmeyene kadar vacip olanı eda etmemiş olacaktır. Bu da farz olan zekât dışında bir şey çıkarmaması veya sadakayı ehil olmayan kimseye vermemesi vb. için bunları bilmesi gerekir.
Üçüncü edep: Farz olan zekât ve sadakanın vaktinde verilmesi gerekir:
İnsanın malına, ziraatına veya ticaretine zekât ya da verilmesi farz olan sadakadan biri farz olduğu zaman, onu zamanında vermesi gerekir. Herhangi bir özür dışında onu zamanından sonraya bırakmamalıdır/ geciktirmemelidir. Zekâtı zamanında vermemek hiçbir şekilde caiz değildir. Kim özrü olmaksızın zekâtını zamanında ödemeyip sonraya bırakırsa, Allah’ın gazabına maruz kalır.
Dördüncü edep: Farz olan zekât ve sadakayı müstehab olan sada-kadan önce vermesi gerekir:
Eğer bir insan üzerinde, vakti gelmiş farz olan zekât var ise, onu müstehap olan sadakadan önce vermesi gerekir. Asıl olması gereken böyle yapmaktır. Çünkü farz olan zekâtın verilmesi, İslam’ın rükünlerindendir. Farz olan ibadetler, yerine gelmeyene kadar yüce Allah nafile ibadetleri kabul etmez. Kulun kendisiyle Allaha yakınlaştığı ibadetlerin en sevimlisi, farzların eda edilmesidir. Bir Kutsi hadiste şöyle buyrulmuştur: “…. Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz...”[2]
Kim ödenmesi sünnet olan sadakayı, farz olan zekât ve sadakadan önce verirse gerçekten hatâ etmiş olur. Böyle bir sadakanın verilmesi, sadece onun şeriat konusundaki cehaletinin ve Allah’a en sevimli olan amel konusundaki bilgisizliğinin göstergesi olur.
Beşinci edep: Farz olması halinde, İslâm hukukuna göre belirlenmiş olan sınıfların zekâtının verilmesi gerekir:
Bu edep, şu anlama gelmektedir: Eğer bir insana İslam’a göre belirli bir sadaka farz olmuşsa ve şeriat ona o maldan ya da o mal dışında başka bir şeyden zekâtını veya sadakasını vermeyi farz kılmışsa, örneğin Hz. Muham-med’in (s.a.s.) farz kıldığı ve bir sâ’ buğdaydan, hurmadan ya da arpadan vb. verilmesini istediği fıtır zekâtı gibi. Müslüman’ın, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) belirlediği şeyleri sadaka olarak vermesi gerekir. Kendisi ictihâdda bulunarak ve başka malın da onların yerini tutacağını ileri sürerek onların yerine başka bir şeyi ya da daha faydalısını sadaka olarak veremez. Eğer durum böyle olsaydı mutlaka İslâm şeriâtı onu anlatırdı ve Hz. Muhammed (s.a.s.) ona işaret ederdi veya mal sahiplerini serbest bırakırdı. Bir mümin, nasıl Hz. Muhammed’in (s.a.s.) bu işi bilmediğini!? Ve yahutta şeriatın bu konuyu hesaba katmadığı zannına nasıl kapılabilir!?
Sonra şeriatta belirlenen çeşitlerin zekât ve sadaka olarak verilmesi, sahibini, onları başkalarıyla değiştirmeyi uygun gören fıkhî ihtilaflardan uzak tutar. Bu malları vermek, yeterli mi yoksa yeterle değil mi? Çünkü hiç kimse şeriatta belirlenen bu çeşitlerin yeterli olmadığını söylememiştir. Bilakis ihtilaf, bunların dışında olanların yeterli olup olmadığı hakkındadır.
Altıncı edep : Zekât ve sadakanın helal kazançtan olması gerekir:
Yani verilen zekât ve sadaka helal maldan olmalıdır. Çünkü bu, onun kabul olmasına ve mükâfatının çok olmasına vesiledir. Hz. Muhammed (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Hiçbir kimse helâlinden bir sadaka vermemiştir ki, Rahmân olan Allah onu yemini ile (sağ eli ile) kabul buyurmuş olmasın. –Zaten Allah helâlinden başkasını da kabul buyurmaz.- Verilen sadaka bir hurma tanesinden ibaret olsa bile. Bu hurma Rahmân’ın avucunda, sizin at ya da deve yavrusunu büyüttüğünüz gibi büyür, hattâ dağdan daha büyük olana dek büyür.”[3] Fasîle: Deve yavrusudur:
Zekât/sadaka veren kişinin, sadakasının helal olmasına dikkat etmesi gerekir. Aksi takdirde zekâtı/ sadakası kabul edilmez. Ne kadar gariptir ki bir dansözün kirli kazancı ile hayırlı işler için bağışta bulunduğunu, ya da bir uyuşturucu tacirinin, bir şarap satıcısının veyahut bir rüşvetçinin kirli malları ve kazançları ile zekât ve sadaka verdiklerini çok duymuşuzdur. Eğer bunlar gerçekten samimî olmuş olsalardı içinde bulundukları durumdan vazgeçip Allah’a itaât etmeleri ve onun emirlerine uymaları gerekirdi. Fakat onlardan çoğu gerçekte bu yardımları kibir ve övünme için yaparlar ki insanlar onlara ne kadar çok sadaka veriyor ve ne kadar çok cömerttir desinler.
Yedinci edep: Zekâta/sadakaya muhtaç olanları araştırmak gerekir:
Zekât/ sadaka verecek olan kişinin fakirlerden, yoksullardan, yetim-lerden, dullardan, borçlulardan gerçekten zekâta muhtaç olanları araştırması gerekir. Muhtaç olmadığını bildiği kimselere zekât ve sadaka vermemelidir. Eğer verilecek mal, farz olan zekât ve sadakadan ise onu ehil olan kimseler dışında, başkasına vermesi doğru olmaz. Gönülden gelen sadaka ise bile gerçekten ona ihtiyaç duyana öncelik tanıyarak ona vermelidir. Muhakkak ki bu sadakada, onlar için yiyecek, elbise vb. elde etmek nedeniyle harama girmeye karşı bir koruma vardır. Yüce Allah zekâta ehil olan sınıfları şöyle açıklar: “Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak, ancak yoksullara, düşkünlere, zekât toplayan memurlara, kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenenlere, (özgürlüğüne kavuşturulacak) kölelere, borçlulara, Allah yolunda cihad edenlere ve yolda kalmış yolculara verilir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[4]
Sekizinci edep : Zekâtın/ sadakanın malın en güzelinden verilmesi gerekir:
Kişi, yiyeceklerden ve nimetlerden kötü olanı vermemeli veya zekât/ sadaka verirken maldan kötü olanı vermemelidir. Bilakis iyi olanı seçmelidir. Gücü yettiğinde yanındakinin en iyisini ihtiyaç sahiplerine vermelidir. Çünkü o, bu malları gerçekten Allah katında kendisi için takdim etmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve sizin için yerden çıkardığımız nimetlerin helâl ve temiz olanlarından Allah yolunda harcayın. Kendinizin ancak göz yumarak alabileceğiniz bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın. Bilin ki Allah, hiçbir şeye muhtaç olmayandır, övülmeye lâyık olandır.”[5]
Ve yine zekât/ sadaka verecek olan kişinin, bulduğunun en iyisini Allah için vermelidir. Çünkü onu, en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda Allah katında muhafaza edilmiş olarak bulacaktır.
Dokuzuncu edep: Sevdiğinden zekât/ sadaka olarak vermesi gerekir:
İnsan, mal, yiyecek, giyecek vb. gibi sevdiği şeylerden zekât ve sadaka vermeye güç yettirdiğinde bu onun için Allah katında en büyük mükâfat olur. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça asla iyiliğe erişemeyeceksiniz.”[6]
Bundan dolayı Abdullah b. Ömer (r.a.), kendisine bir dilenci geldiği zaman ev halkından, ona şeker vermelerini isterdi. Çünkü o şekeri çok severdi. Hayırlara rağbeti olan kimsenin, sadakada bu şekilde yarışmayı seven kimse olmalıdır.
Onuncu edep: Başa kakmak ve eziyet yoluyla zekâtı ve sadakayı iptal ettirmemek gerekir:
İnsanın, muhtaç olan kimseye başa kakması, sadaka ile onu kınaması veya ona olan iyiliğini söyleyerek başa kakması caiz değildir. Çünkü bu davranış, ihtiyaç sahibinin hislerini incitir ve sadakayı iptal eder. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! İnsanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen kimse gibi başa kakarak ve eziyet ederek sadakalarınızı boşa çıkarmayın.”[7]
Ve yüce Allah başka bir ayette müminlerin vasıflarından bahsederek şöyle buyurmuştur: “Mallarını Allah yolunda harcayıp da, sonra harcadık-larından dolayı başa kakmayan ve eziyet etmeyenlerin mükâfatları Rab’leri katında vardır. Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”[8]
On birinci edep: Zekât/ sadaka veren kimsenin üzerindeki Allah’ın nimetini ve şükretmesini görmek gerekir:
Zekât ve sadaka veren kişinin Allah’ın kendisi üzerindeki nimetini –zekât-sadaka verirken- göstermesi gerekir. Çünkü (Allah) onu zengin kılmıştır. Onu, sadaka almaya muhtaç etmemiştir. Bilâkis onu üstün kılmıştır. Onu veren el kılmıştır, alan el değil. Bu Allah’ın onun üzerindeki nimetidir. Bu durum, Allah’a itaat ederek ona şükretme konusunda gayret etmeyi, (vereceği) zekât ve sadakayı çoğaltmayı, fakirlere, yoksullara ve ihtiyaç sahiplerine merhamet etmeyi gerektirmektedir.
On ikinci edep: Zekât ve sadaka veren kişinin kendisinde bir minnettarlık hali (başa kakma) görmemesi gerekir:
Yani zekât ve sadaka veren kişinin, fakirlere ve muhtaçlara karşı nefsinde bir minnet hali (iyilik) görmemesi gerekir. Bilâkis minnettin (iyiliğin) ilk olarak Allah’a ait olduğunu görmelidir. Çünkü bu malı O, kendisine vermiş, onun üzerine nimetlerini yaymış ve onu İslam’a muvaffak eylemiştir. Onu nefsin cimriliğinden kurtarmış ve onu sadaka vermeye yöneltmiştir.
Bilakis akıllı mümin, fakirin kendisi üzerinde minnet sahibi (iyilik sahibi) olduğunu görür. Çünkü fakir, onun sadakasını kabul etmiş ve Allah’ın kendisine mükâfat ve sevap yazma imkanını vermiştir. Hattâ önceki islam büyüklerinden bazı salih kişiler şöyle diyorlardı: “Allah’a yemin olsun ki muhakkak ki ben fakirin benim üzerimde iyilik sahibi olduğunu görüyorum. Eğer Allah, onu benim sadakamı kabul eden biri kılmasaydı mutlaka Allah’tan gelecek olan mükâfat ve sevaptan mahrum kalırdım.”
On üçüncü edep: Müstehakk olanlar konusunda şüpheye düşüp (verdiği) zekâtı ve sadakayı boşa çıkarmaması gerekir:
Yani zekât ve sadaka veren kişinin, muhtaç olanın zekât ve sadakayı hak edişi ve onun zekât/ sadaka istemesi konusunda şüpheye düşüp acaba o, gerçekten fakir mi? değil mi?” diye tereddüde düşmesi onu sadaka vermemeye itmemelidir. Çünkü o, aslında mükâfatını Allah’tan beklemek-tedir. Bu durum, araştırmaya devam ettiği ve bu şahsın sadaka almaya müstehak olduğuna dair zannı üstün geldiği müddetçe her halükârda gerçekleşecek bir durumdur. Bir de Hz. Muhammed (s.a.s.), asla dilenciyi geri çevirmezdi. Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bir adam: “Ben bu gece mutlaka bir sadaka vereceğim,” dedi. Geceleyin evinden sadakasını alıp çıktı ve onu bir hırsızın eline tutuşturdu. Ertesi gün halk: Hayret! Bu gece bir hırsıza sadaka verilmiş,” diye konuşmaya başladılar. Adam: “Allah’ım! Bir hırsıza sadaka verdiğim için sana hamdolsun. Ben mutlaka bir sadaka vereceğim, dedi. Ve sadakasını alarak evinden çıktı ve onu fahişe bir kadının eline tutuşturdu. Ertesi gün halk: – Olur bir şey değil! Bu gece de bir fahişeye sadaka verilmiş diye dedikodu etmeye başladılar. Bunun üzerine adam: “Allahım! Bir fahişeye sadaka verdiğim için sana hamdolsun. Ben yine mutlaka bir sadaka vereceğim,” dedi. Ve sadakasını alıp evinden çıktı ve onu bir zengin adamın eline koydu. Bu defa halk: Bu ne iştir! Bu gece bir zengine sadaka verilmiş diye söylenmeye başladı. Bunun üzerine sadaka veren adam: “Allah’ım! Hırsıza, fahişeye ve zengin adama sadaka verdiğim için sana hamdolsun,” dedi. Sonra rüyasında o adama şöyle denildi: “Senin sadakan muhakkak ki kabul olundu. Hırsıza verdiğin sadaka, belki onu yaptığı hırsızlıktan utandırıp vazgeçirecektir. Fâhişe kadına verdiğin sadaka belki onun zina etmesine engel olmuştur. Zengine verdiğin sadakaya gelince, belki zengin bundan ibret alıp Allah’ın kendisine verdiği maldan muhtaçlara dağıtacaktır./ Allah yolunda harcama yapacaktır.”[9]
Bu adam, söz konusu üç kişinin sadakaya müstehak oldukları konusunda kanaat getirince, onlara sadaka verdi ve niyetinde de samîmi idi. Bundan dolayı gerçekten onlar sadakaya müstehak olmamalarına rağmen yüce Allah ondan sadakasını kabul etti. Allahtan gelecek olan mükâfat ve sevaba nail olmak sadaka verenin ilk amacıdır. Ve bu iş, hakikaten gerçekleşmiştir. İkinci maksat ise fakirin faydası ve ihtiyacının giderilmesidir. Eğer müstehak ise sonuçta bu gerçekleşmiştir. Ya da (müstehak değilse) diğer bir hedefin itibarının yükselmesidir. Bu da müstehak olmama açısındandır. Ancak sadaka veren kişi, isteyen kişinin müstehak olmadığına kanaat ederse, ya da onun dilenciliği meslek haline getirdiğini biliyorsa, o zaman onu zekât ve sadaka almaktan men etmesi gerekmektedir.
On dördüncü edep: Zekât ve sadaka vermede akrabalara öncelik vermesi gerekir:
Eğer akrabaları gerçekten ihtiyaç içinde iseler, onların hakkı diğerlerine göre daha büyüktür. Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur: “Yoksula verilen sadaka, bir sadakadır. Akrabaya verilen sadaka iki sadaka yerine geçer: Biri sadaka sevabı, öteki de yakın akrabayı koruyup gözetme sevabıdır.”[10]
Kim bir sadaka verme gücüne sahip ise; ilk önce akrabalarından ihtiyaç sahibi olanlardan başlasın. Çünkü onlar buna daha çok lâyıktırlar. Eğer (akraba) yoksa diğerlerine vermelidir. Akrabalık derecesi büyüdükçe, zekât ve sadaka verenin sadakasından aldığı sevabın derecesi de o oranda büyür. Doğrusunu Allah bilir.
On beşinci edep: Bir faydasının olması durumu hariç, zekât ve sadakanın gizli olarak verilmesi gerekir:
Bir insan sadaka verdiğinde mümkün olduğu kadar sadakasını gizlemesi müstehaptır. Çünkü bu davranış, ihlâslı olmaya en yakın ve muhtaç olanın saygınlığı için en korunaklı olan bir davranıştır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” [11]
Hz. Muhammed (s.a.s.), sadakasını gizli olarak verenin, kendisinin (arşının) gölgesinden başka gölgenin olmadığı kıyamet gününde Allah’ın (arşının) gölgesinde gölgeleneceğini açıklamıştır. Ve peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Yedi kimseyi Yüce Allah kendi (arşının) gölgesinden başka hiçbir gölge bulunmayan (kıyâmet) gününde (arşının) gölgesinde gölgelendirecektir. Bunlar; Adaletli devlet reisi, Allah’a ibadet ederek yetişen genç, kalbi camilere bağlı olan kimse, Allah rızası için seven ve buluşmaları da ayrılmaları da bu sevgiye dayalı olan iki şahıs, itibarlı ve güzel bir kadın kendisiyle beraber olmak isteyince “Ben Allah’tan korkarım” diyerek buna yanaşmayan erkek, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar gizli sadaka veren adam, tenha bir yerde Allah’ı anıp gözyaşı döken kişidir.”[12] Bu, sadakanın gizlenmesi konusunda yapılan bir mübâlağadır.
Ancak eğer açıktan verilmesi ile ilgili olarak bir maslahat ya da fayda var ise açıktan vermek daha güzeldir. Örneğin, insanlar arasında saygın bir konuma sahip olup insanların önünde sadaka verendir ki böyle yapması halinde diğer insanlar da sadaka konusunda ona uyarlarlar. Böylece onlar için iyi bir yol açmış olur. Veyahut zekâtı açıkça verir ki insanlara onun vaktini hatırlatmış olur. Ya da muhtaç olanın geçip gitmesinden korkar ki hemen insanların yanında ona sadaka verir. Ve buna benzer durumlarda (açıktan verir). Bunu yaparken de riyadan kaçınmalı ve onda Allah’ın rızasını gözetmelidir.
On altıncı edep: Verilen zekât ve sadakayı geri almamak gerekir:
İnsan belirli bir sadaka verdiği zaman onu verdiği kimseden geri istemesi ve geri alması caiz değildir. Hz. Muhammed (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sadaka verip onu geri alanın misali, köpeğin durumuna benzer ki kusar ve sonra kusmuğuna geri dönüp onu yer.”[13]
Bu misaldeki benzetme, verilen zekât ve sadakadan dönmenin son derecede nefret etmek için yapılan bir teşbihtir. Bu durum, bu davranışın kötülüğünü göstermekten başka bir şey değildir. Bir Müslüman’ın zekât ve sadaka verme esnasında sadakayı nefsinin cömertliği içinde vermesi gerekir. Sonra da her ne sebeple olursa olsun, verdiği sadakasını tekrar geri almamalıdır.
Bu bilgiler, Yüce Allah’ın bize tespitini kolaylaştırdığı sadaka edep-leridir. Toplam on altı edepten oluşmaktadır. Âlemlerin rabbi Allah’a hamd olsun.[14]
[1] – Müslim, Sahîh, İmâre, 152. (No:1095). Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.
[2] – Buharî, Sahîh, Rikâk, 38. (No: 6502), Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivâyet edilmiştir.
[3] – Buharî, Sahîh, Zekât, 8, 14, Tevhîd 23; Müslim, Sahîh, Zekât 63,64 (No: 1014); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 538; en-Nesâî, Sünen, 5: 57; et-Tirmizî, es-Sünen, (No: 661), et-Tirmizî bu hadisin “hasen ve sahîh” olduğunu belirtmiştir; İbnu Mâce, es-Sünen, (No: 1842), Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’l-câmi’, (No: 5600).
[4] – Tevbe suresi, 9/60.
[5] – Bakara suresi, 2: 267.
[6] – Âl-i İmrân suresi, 3 : 92.
[7] – Bakara suresi, 2: 264.
[8] – Bakara suresi, 2: 262.
[9] – Buharî, Sahîh, Zekât, 14 (No:1421); Müslim, Sahîh, (No: 1022), Bu hadis Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.
[10] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4: 17, 18, 214; en-Nesâî, es-Sünen, 5: 92, Zekât, 82; Tirmizî, es-Sünen, Zekât, 26 (No: 658), Tirmizî bu hadisin “hasen” olduğunu belirtmiştir; İbnu Mâce, es-Sünen, (No:1844); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1: 407, el-Hâkim, bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir. Ez-Zehebî de onun bu görüşüne katılmıştır. Bu hadis, Selmân b. ‘Âmir’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’l-câmi’, (No: 3858).
[11] – Bakara suresi, 2/271.
[12] – Buharî, Sahîh, Salât, 187 (No: 660, 1423, 6479, 6806); Müslim, Sahîh, Zekât, 91 (No: 1031) ; Tirmizî, es-Sünen, Zühd, 53. Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.
[13] – Müslim, Sahîh, Hibât, 3; Mâlik, Muvatta, Zekât, 50. Bu hadis, İbn Abbâs’tan rivayet edilmiştir.
[14] – Fazla bilgi için bakınız: el-Hâkim, el-Müstedrek, 1: 286 ve devamı; el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-terhîb, 2: 3 ve devamı; İbnu’l-Esîr, Câmi’u’l-usûl, 6: 445 ve devamı; İbnu’l-Cevzî, Saydu’l-hâtır, s. 361 ve devamı; İbnu’l-Kayyim, Tarîku’l-hicreteyn, s. 596; İbnu’l-Mübârek, Kitâbu’z-Zühd, s. 236 ve devamı; el-Fâsî, Cem’u’l-fevâid, 1: 245 ve devamı ve diğer kaynak eserler.
Bir yanıt bırakın