İKİNCİ BÖLÜM
YARGILAMADA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN
EDEPLER
Yargılama görevi İslam’ın yasallaştırdığı ve peygamberimiz’in (s.a.s.) uyguladığı işlevlerden biridir. Nitekim peygamberimiz (s.a.s.) insanların kavga ettiği konularda hâkimlik yaparak hüküm vermiş ve insanlar arasında hükmetmek üzere bazı kişileri vazifelendirip göndermiştir. Yargılama görevi her ne kadar kanunî bir görev olmasına rağmen bu görevi üstlenmemek için sakındırmaya ve korkutmaya yönelik birçok nass rivayet edilmiştir. Ancak aynı zamanda insanlar arasında hükmedecek ve sorunlarını çözecek hâkimlerin varlığından kaçınmak mümkün değildir. O zaman söz konusu naslar, yargılama vazifesini üstlenip bu görevi yaparken; ihlaslı bir niyete sahip olmayan, Allah’ın istediği şekilde bu görevi yapmayan ve bu göreve uygun edepleri uygulamayan kişilere yöneliktir. Allah’ın yardımı ve tevfikiyle vacib ve müstahap olan İslamî edeplerden ve yargıçlık vazifesini yapan kişilerin yapması gereken edeplerden ulaşabildiklerimi aktaracağım. Bu edeplerden bazıları şunlardır:
Birinci edep: İhlaslı (samîmî) niyet sahibi olmak:
Yargıç, bu tehlikeli görevi kabul etmesiyle, insanlar arasında (çıkan sorunları) yüce Allah’ın indirdikleriyle hükmederek O’nun rızasını istemeye niyetlenmeli, bunu yaparak Allah’ın hükümlerini uygulayıp ve sınırlarını belirleyip onları savunmayı ve onlarla birlikte insanların durumlarını düzeltmeyi amaçlamalıdır.
İkinci Edep: Yargıçlık görevine hırslı olmamak gerekir:
Yargıç, başlangıçta bu görevi elde etmek için hırslı davranmamalıdır. Zira bu göreve karşı hırslı olmak niyetin saf olmadığına delalettir. Kim ona karşı hırslı olursa başarılı olmaz, aklından ve kalbinden bereket çıkarılır. Bu konuda Peygamber efendimiz (s.a.s.) Ebu Zerr’e şöyle buyurmuştur: “Ey Ebû Zer! Seni zayıf görüyorum, kendim için istediğim şeyleri senin için de istiyorum. İki kişi dahi olsa onlara başkanlık yapma…”[1] Başka bir rivayette şöyle buyurmuştur : “İki kişi arasında kadılık yapma!”. Kâdılık, emirliğin bir çeşidi sayılır. Emir olmayı veya olma isteğinde bulunmayı sakındıran birçok hadis rivayet edilmiştir. İlgili yerlere müracaat edebilirsiniz[2]. Yargıçlık görevinden korkutan rivayetlerden bir tanesi de Peygamber efendimiz’in (s.a.s.) şu sözüdür: “Kim insanlar arasında hükmetmek üzere yargı görevi üstlenirse, bıçaksız olarak boğazlanmış olur.” [3] Ancak bu durum insanlar arasında adâletle hükmetmeyen ve Allah’ın koyduğu hükümleri terk eden kişi için geçerlidir. Zira bu durum dünya ve ahirette birçok kötü sonuca sebebiyet vermektedir.
Üçüncü edep: Kadılık görevine ehil değilse onu kabul etmemek gerekir:
Kişi kâdılık görevinin sorumluluğunu yerine getirebilmeye ehil değilse onu kabul etmemesi gerekir. Örneğin, insanlar arasında hükmedebilecek kadar şeri’at ilmine veya insanların sosyal durumları konusunda tecrübeye (v.b.) şeylere sahip değilse. Zira bu çeşit yargıçlar, hata edecekler -ki ileride hata edecekleri konular- doğru yapacak-larından daha fazladır.
Dördüncü edep: Yüce Allah’ın indirdikleri hükümlerle hükmetmek.
Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur: “ (Ey Muhammed!) Şüphesiz Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmetmen için Kur’ân’ı sana hak olarak indirdik…”[4] Ve yine yüce Allah, Peygamberi olan Hz. Davud’a şöyle demiştir: “Ey Davud! Biz seni şüphesiz yeryüzünde halife kıldık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet! Heva ve hevese uyma! Yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz, Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azap vardır.”[5] Ve yine yüce Allah, Peygamberi Hz. Muhammed’e (s.a.s.) şöyle demiştir: “O halde, Allah’ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet! Onların heveslerine uyma!”[6] Kâdının, insanlar arasında yüce Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmesi gerekir, ondan vazeçmemesi gerekir. Eğer Allah’ın hükümlerinden vazgeçerse dininin değerini düşürmüş olur. Bu konuda yüce Allah şöyle buyurmuştur: “… Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”[7] Ve başka bir ayette Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”[8] Ve Yüce Allah başka bir ayette şöyle buyurmuştur: “ Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıkların ta kendileridir.”[9] Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bununla ilgili kâdıları uyararak yüce Allah’ın hükmünden vazgeçmenin sonucunu şöyle açıklamıştır: “ Üç çeşit kâdı vardır: onlardan iki çeşidi cehenneme girer, bir çeşidi ise cennete girer. Bir kişi hakkı bilip onunla hüküm verirse o cennete girer. Eğer kişi bilmeden insanlar arasında hükmeder veya hakkı bildiği halde hükmünde zulüm yaparsa o cehenneme girer.”[10]
Bu, yargıç üzerinde olan ağır yükümlülüklerden biridir. Belki de en ağır olanıdır. Yüce Allah bu yükümlülüğü yerine getirmek için onu yetkin kılmıştır. Eğer zulüm eder, Allah’ın hükmünü değiştirirse, herkesten önce kendine zarar verir. Bu, onu helak edecek kaynaklara götürür. Ancak Allah’tan yardım istenir.
Beşinci edep: Dâvayı iyi düşünüp değerlendirmesi gerekir.
Acele karar vermemesi gerekir, zira acelecilik şeytandan gelir ve acele olarak verilen hükümde hata olduğunun şüphesi doğurur. Çünkü yargıç bu durumda davaya iyice bakıp düşünemez. Bundan dolayı yargıcın, dava üzerinde iyi düşünmesi, acele etmeden hareket etmesi ve acele etmemesi gerekir. Eğer bunlardan dolayı hata yaparsa hakkı sahibinden saklamış olur ve onu hakkı olmayan kimseye vermiş olur.
Altıncı edep: Taraflardan birini kayırmak değil, onlara âdil davranmak gerekir:
Özellikle birbirine dava açanlardan biri devlet erkânı veya yetki sahibi birisi ise buna dikkat etmek gerekir. Zira toplumun bu tür insanlara hürmet göstermesi ve onları önde tutması gelenek haline gelmiştir. Bundan dolayı taraflardan birisine iltifat etmek, ikramda bulunmak, hürmet edip onu oturtmak, en güzel isimlerden bir isimle onu çağırmak vb. şeylerin tamamı bir tarafa meylettiğini ve aralarında adaleti sağlamadı-ğının anlamına gelir. Yargıcın, bu tür şeylerden sakınması gerekir. Ona göre hür, köle, emir, sıradan insan vb. kişiler eşit olmalıdır.
Yedinci edep: Yargıç, iki tarafı da dinlemeden önce karar vermemelidir.
Çünkü bazı insanlar, taraflardan birisinin şikâyetini dinlediğinde etkilenebiliyor. Özellikle üzerinde eziyete uğrama belirtileri bulunuyorsa veya güzel bir şekilde kendini masum gibi gösterebiliyorsa, yargıç ona inanma eğilimine girebilir. Böylece diğer tarafı dinlemeden önce öncelik pozisyonuna girebilir. Bu durum, yargılamada zulümdür. Bundan dolayı aynı şekilde yargıç, diğer tarafı da dinlemelidir ki davayla ilgili tam bir fikir oluşsun. Bununla ilgili Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir dava konusunda iki kişi, aralarında hüküm vermek için seni tayin ederlerse, taraflardan sadece birini dinleyip hüküm verme! Diğerini de dinledikten sonra, nasıl hüküm vereceğini daha iyi anlarsın.”[11] Lokman-ı Hekim’in şöyle dediğini rivayet edilmiştir: “Bir kişinin bir gözü oyulduğu halde hakkında hüküm vermek için senin yanına geldiğinde hasmını görmeden onun hakkında hüküm verme, zira hasmın iki gözünün de oyulmuş olabilir.” Bundan dolayı yargı makamında olan kişi hüküm vermeden önce iki tarafı da dinledikten sonra davayı iyice düşünmeli, zihninde tartmalı ve etraflıca ona bakmalıdır.
Sekizinci edep: Yargılamanın başında davacılara yalan söylememelerini ve iftira atmamalarını hatırlatmak, onları haksızlık konusunda uyarmak
Bazen haksız olan kişi bu hatırlatma ve uyarılardan etkilenip davanın başında iken hakka döner veya haksızlıkta daha fazla ileriye gitmez. Bununla ilgili Peygamber efendimiz (s.a.s.) insanlara şöyle derdi: “Ben sadece bir beşerim. Sizler bana yargılanmak üzere geliyorsunuz. Belki sizin biriniz, delilini getirmekte, diğerlerinizden daha becerikli ve daha üstün anlatımlı olabilir. Ben de dinlediğime göre o kimsenin lehinde hüküm veririm. Kimin lehine, kardeşinin hakkını alıp hüküm vermişsem, ona cehennemden bir ateş parçası ayırmış olurum.”[12] Bu, dava başlamadan önce davacılara bir uyarıdır.
Dokuzuncu edep: Hâkimin, davacılarından birinin pozisyonunun iyi sunumuyla aldanmaması gerekir
Çünkü hasımlardan biri konuşkan, kendini iyi ifade edebilen özelliklere sahipken; diğeri ise cahil, durumunu iyi ifade edemez özelliklere sahip olabilir. Fakat yargıcın yapması gereken şey davaya iyi bakması, üzerinde iyi düşünmesi ve bütün çabası iki taraftan kimin haklı olduğunu öğrenmek için olmalıdır. Zira bazen haksız olan kişi pozisyonunu iyi anlatır, böylece yargıç buna aldanabilir. Yukarıda zikredilen hadis buna en güzel örnektir. Hâkimin bu duruma düşmemesi için durumlara, koşullara ve olaylara bakması, şahitleri dinlemesi, delilleri istemesi, hasımlara yemin ettirmesi ve bunların dışında işin sonunda hakkı öğrenmeye vesile olan şeyleri yapması gerekir.
Onuncu edep: Yargıç öfkeliyken hüküm vermemelidir:
Çünkü öfke – sadece yargıcı ilgilendiren bir şey için olsa dahi – hakkın gerçek durumunu görmeye engel olabiliyor. Bundan ötürü Peygammer efendimiz (s.a.s.) öfkeliyken yargılamayı yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Hâkim, öfkeliyken iki kişi arasında hüküm vermesin.”[13]Bunun en kötüsü, öfkesi davacılardan birisinden ötürü olmasıdır. Zira bu durumda ileride hâkimin onun âleyinde karar verip ona zulmetmesine ve ona karşı tavır almasına sebep olabilir. Öfkeli durumdayken hasımlar arasında adaleti sağlayabilen çok az kişi bulunur.
Yukarıda geçen hadise dayanarak bazı fıkıhçılar: “Yargıç, çok aç, aşırı susamış veya uyku basmış haldeyken iki kişi arasında hüküm veremez,” hükmünü çıkarmışlardır. Bu konuda İbni Hacer el-Askalânî rahimahullah şöyle açıklamıştır: “ Mühelep şöyle demiştir: Bu yasağın sebebi, öfke durumunda hüküm vermenin yargıcı haktan başka bir şeye yöneltebilmesidir. Bu yüzden yasaklanmış ve muhtelif şehirlerdeki fakihler de bu şekilde açıklamışlardır. İbn Dakîk el-‘Îd bunu şöyle açıklamış: “Bu hadiste öfkeli durumdayken hüküm verme yasağı vardır. Zira öfke, kafa karışıklığına sebep olabilecek fikir bozukluğuna sebebiyet verebilir. Böylece verilecek olan hüküm kapsamlı olarak ele alınmamış olur”. İbni Dakîk devamında şöyle demiştir: “Fıkıhçılar aşırı açlık, susamışlık, uyku basma hali ve kişinin ona dikkatini verip davayı yeteri kadar değerlendirmeyi engelleyen böylece fikir değişikliğine sebep olan her şeyi bu manada değerlendirmişlerdir. Bu da zan edilen bir şeyin zannedilen başka bir şeye kıyas edilmesidir. Hadiste sadece öfkenin zikredilmesinin hikmeti, onun -diğerlerinin aksine- insanın ruhunu tamamen kuşatması ve kendisine direnmenin zor olmasıdır.” Hocamız İbn Dakîk el-‘Îyd’in: “Bu da zan edilen bir şeyin zannedilen başka bir şeye kıyas edilmesidir,” ifadesi doğrudur. Bu çeşit kıyas, nassın delalet ettiği bir manayı bulup çıkarmaktır. Zira öfkeliyken karar vermeyi yasaklandığında hükmün ancak sağlam düşünmenin olduğu durumlarda verilebileceği anlaşılır. Böylece yasaklamanın illeti ortak bir mana olur, oda düşüncenin değişmesidir. Hadiste düşüncenin değişmesinin öfkeyle nitelendirilmesine “illet” denilir. Yani öfke hali fikir değişiminin kapsamına girer ve açlık gibi fikir (değişikliğine sebep olabilen) bu manaya gelebilecek diğer durumlar da ona kıyas edilmiştir. İmâm eş-Şâfi’î, el-Ümm isimli eserinde şöyle demiştir: “Bir hâkimin karnı açken, yorgun ya da kalbi bir şeyle meşgulken hüküm vermesini hoş görmem. Zira bunlar kalbi/ düşüncesini değiştirir.”[14]
On birinci edep: Yargıçın bir davada iki farklı hüküm vermemesi gerekir
Çünkü eğer hâkim tek bir davada iki ayrı hüküm verirse Peygamber Efendimizi’in (s.a.s.) söylediği söze aykırı hareket etmiş olur. Bununla ilgili Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz bir davada iki farklı hüküm vermesin.”[15] Es-Sindî, Nessâî üzerinde yazdığı haşiyesinde bu hadisi şöyle açıklar: “في قضاء kelimesinin manası bazı hadislerin farklı senetlerine göre bir davada, bir işte olarak açıklanmıştır. بقضائين kelimesi ise örneğin bir yönden borcun (ödenmesinin) gerektirdiği, başka bir defa da borcun (ödenmesinin) gerekli olmadığı gibi iki şekilde hüküm/ karar vermesidir. Mahkeme kurmanın hedefi ihtilafı ortadan kaldırmaktır. Bu tür kararlar ise ihtilafı ortadan kaldırmaz.”[16]
On ikinci edep: Yargıcın gerek söz konusu olan dava için gerek başka bir şey için rüşvet alması haramdır:
Hâkimin bir davada belirli bir hüküm verilmesi karşılığında rüşvet alması helal değildir. Çünkü bu durum Allah’ın, peygamberlerinin, meleklerinin ve bütün insanların ona lanet getirmesine sebep olan bir durumdur. Bununla ilgili Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Hüküm vermede rüşvet verene ve alana Allah lânet etsin.”[17] Çünkü bu rüşvet, insan haklarının ihlali ve dünya menfâatını dine tercih etmektir. Yargılamada hakkı yerine getirmeyip hakkı, hakkı olmayana vererek karşılığında daha üstün bir makam elde etmek, ödül almak, terfi etmek, az veya çok bir miktar para almak, büyük veya küçük belirli bir hediye almak vb. şeyler, rüşvet almanın bazı çeşitleridir.
On üçüncü edep: Hakim’in hediyeyi kabul etmemesi gerekir.
Çünkü hâkimin hediye kabul etmesi, onun tarafsızlığına, dürüstlüğüne ve saygınlığına gölge düşürür. Hâkime hediye sunan kişi – özellikle hâkimlik makamına gelmeden önce ona hediye sunmayanlardan, davacılardan biri vb. kişilerden olursa – hakime yakınlık kurmaya çalıştığına delildir. Emirlik edepleri konusunda bununla ilgili açıklama yapılmıştır. Akraba vb. kişiler tarafından verilen hediyeyi kabul etmek olağan tabiatını koruduğu veya başkasıyla husumet halinde olmadığı müddetçe bir sakıncası yoktur.
On dördüncü edep: Hakimin, sadece kendisine ait özel davetiyeleri kabul etmemesi gerekir:
Düğün yemeği/ziyafet vb. genel dâvetlere – içinde haram ve yasak bir eylem olmadığı müddetçe – icabet edebilir. Bazı kişilerin davetlerine icabet ettiğinde başkalarının davetlerine de icabet etmesi gerekir. Davetler çoğalıp görevini aksatacak duruma geldiğinde hiçbir davete icabet etmemelidir. Bununla ilgili İmâm eş-Şâfi’î şöyle buyurmuştur: “Hâkimin bir ziyafete davet edildiğinde ondan geri kalmasını (icabet etmemesini) sevmem. Aynı şekilde bazılarının ziyafetine katılıp bazılarının ziyafetine katılmamasını da sevmem. Ya bütün davetlere icabet etsin, ya da hiç birisine katılmasın.” [18]
Bu konuda İbn Kudâme şöyle demiştir: “Hâkimin ziyafetlere katılması caizdir… Eğer ziyafet davetleri çoğalıp arka arkaya gelince hiç birisine katılmasın ve hiçbir kişiye icabet etmesin. Çünkü bu durum tayin edilmiş görevden ayrı kalmasına sebep olur/ görev aksamasına sebep olur…” [19]
Fakat hâkim, bazı insanların davetine icabet edip bazı insanların davetine icabet etmeyip aynı şekilde onun için hazırlanmış özel davetlere katılarak tarafsızlığına gölge düşürmesin.
On beşinci edep: Hâkimin şüpheli yerlere gitmekten uzak durması gerekir
Örneğin hâkim, hasımlardan birisini evinde ziyaret ederek, kendisinin ziyaret edilmesine müsaade ederek, içinde yasak ve haram şeylerin işlendiği yerlere onlara engel olmadan giderek vb. şeyleri yaparak kendini töhmet altında bırakmaması gerekir. Zira bu tür şeyler, onun hakkında kötü zanna sebebiyet verebilir. Hâlbuki Müslüman şüpheli yerlerden uzak durmalıdır.
On altıncı edep: Hâkim, ticarete bulaşmamalıdır
Çünkü ticaret onun zihnini dağıtan, kendini işine adamasını engelleyen ve ticarette onunla alışveriş yapan kişiler arasında çekişmeye sebep olan şeylerdendir. Aynı şekilde, işlerinde ondan bundan (hâkim olduğu için) iltifat bulabilir, bu aslında bir tür rüşvettir. Fakat eğer maaşı kendisinin ve ailesinin nafakasına yetmezse halk tarafından kendisi tarafından onun vekili olduğunu bilinmeden onun adına alış veriş yapacağı bir kişiyi vekil olarak tayin ederek ticaret yapması caizdir. Yalnız insanlar, bu kişinin hâkim tarafından vekil olarak tayin edildiğini bilmemelidir. Bununla ilgili imâm eş-Şâfi’î şöyle buyurmuştur: “Hâkimin ticaret yaparak alış veriş yapmasını, ailesinin nafakasını ve ticaretini düşünmesini, hoş karşılamıyorum. Çünkü bu durum öfkeden daha çok onun zihnini meşgul eder.”[20] İmâm eş-Şâfi’î başka bir yerde şöyle demiştir: “Hâkim ve vali tarafsızlıklarına gölge düşürmemeleri için alış verişlerini yapmak amacıyla emin ve meşhur olmayan birisini tayin ederek bu işi yapmaları gerekir. Çünkü bu birçok yetkilinin geçim kaynağıdır.”[21]
On yedinci edep: Hakimin insanlara güzel bir örnek olması gerekir:
Hâkimin, dininde, ahlakında, davranışında, Allah’a karşı takvasında, adalete ve insafa uygun davranmasında, sürekli Allah’ın takvasına bağlı kalmasında iyi bir örnek olmalıdır. Herkesten önce onun iyi bir örnek olması gerekir. Çünkü onun iyi örnek olması diğer insanların iyi olmasında etkili olur.
On sekizinci edep: Hâkimin akrabalarını kayırmaması gerekir:
Bununla ilgili Peygamber efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Sizden önceki insanların helâk olmalarının sebebi, aralarında ileri gelen (zengin) kimseler hırsızlık yapınca suçun cezasını vermeyip zayıf (ve fakir) kimseler hırsızlık yapınca ceza uygulamalarıdır. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsa, onun da elini keserim!”[22] Buna delil, hadiste geçen Peygamber efendimizin (s..a.s.): “Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsa…” sözüdür. Hüküm vermede kızını kayırmamıştır, ona göre bu konuda kızı ve başkaları eşittir.
Eğer hâkim akrabalarını kayırırsa zalim olur ve bu göreve layık değildir. Böylece insanların ona karşı çıkmasına, verdiği hükme boyun eğmemesine sebep olur. Bunun sebebi, yüce Allah’ın diniyle ve onun sınırları dâhilinde dürüst davranmayarak dalkavukluk yapmasıdır.
Bunlar, yargılama edepleriyle ilgili Yüce Allah’ın tespit etmeyi benim için kolaylaştırdığı/müyesser ettiği edeplerdir. Bunlar, on sekiz edeptir. Hamd, ‘âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.[23]
[1] – Müslim, Sahîh, No: 1826. Bu hadis, Ebû Zer’den rivâyet edilmiştir.
[2] – Fazla bilgi çin bkz: Emirlik edepleri, s.133.
[3]– Ebu Dâvud, Sünen, No. 3571; Tirmizî, Sünen, No: 1325) Tirmizî bu hadisin “hasen” olduğunu belirtmiştir. Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir. El-Elbânî, Sahîhû Ebî Dâvud, No: 3049.
[4] – Nisa suresi, 4: 105.
[5] – Sâd suresi, 38: 26.
[6] – Mâide suresi, 5: 49.
[7]– Mâide suresi, 5: 44.
[8] – Mâide suresi, 5: 45.
[9] – Mâide suresi, 5: 47.
[10] – Ebu Dâvud, Sünen, No: 3573; İbnu Mâce, Sünen, No: 2315; Tirmizî, Sünen, No: 1322; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:90. Hâkim bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir. Bu hadis Büreyde’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahihu’l-Câmi’, No: 4446.
[11] – Ebu Dâvud, Sünen, No: 3582; Tirmizî, Sünen, No: 1331. Tirmizî ve başkaları bunun “hasen” bir hadis olduğunu belirtmişler. Bu hadis, Hz. Ali’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahihu Tirmizî, No: 1080.
[12] – Buhârî, Sahîh, No: 6967; Müslim, Sahîh, No: 1713; Ebu Davud, Sünen, Akdiye 7; Tirmizî, Sünen, Ahkam 11, 18; Nesâî, Sünen, Kudât 12,33, İbn Mâce, Sünen, Ahkâm 5. Bu hadis Ümmü Seleme’den rivayet edilmiştir.
[13] -Buhârî, Sahîh, No: 7158. Bu hadis, Ebu Bekre’den rivayet edilmiştir; Müslim, Sahîh, No:1717.
[14] – İbnu’l-Hacer, Fethu’l-Bârî, 13/147.
[15] – Nesâî, Sünen, 8/247). Bu hadis Ebu Bekre’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu Nesâî, No: 5011.
[16] – Ebu’l-Hasan Nureddin es-Sindî, Haşiyetu’s-Sindî ‘alâ Süneni’n-Nesâî, 8/247-248.
[17] -Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/387-388; Tirmizî, Sünen, No: 1336. Tirmizî, bu hadisin “sahih” olduğunu söylemiştir; el-Hakim, el-Müstedrek, 4/103. Bu hadis Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahihu Tirmizî, No: 1073.
[18] – Muhammed b. İdris eş-Şâfi’î, el-Ümm, 6: 208.
[19] – Kudâme b. Ca’fer, el-Muğnî, 9: 79.
[20] – Muhammed b. İdris eş-Şâfi’î, el-Ümm, 6: 278.
[21] – eş-Şâfi’î, el-Ümm, 6: 208.
[22] – Buhârî, Sahîh, No: 6788; Müslim, Sahîh, No: 1688. Bu hadis (Hz.) ‘Âişe’den rivayet edilmiştir.
[23] Fazla bilgi için bkz: Şâfi’î, el-Ümm, 6: 276 ve devamı; Veki’; Edebu’l-kudât; Mâverdi, Edebu’l-kâdî; Fârûk ‘Abdul’alîm, el-Kadâu fi’ş-Şerî’atu’l-İslâmiye, s. 308 ve diğer kaynaklar.
Bir yanıt bırakın