İKİNCİ BÖLÜM
SELÂM VERMENİN EDEPLERİ
Selam; meşru amellerdendir ki; bu meşru ameller; meşruiyetini, müstehab olduğunu açıklayan ve teşvik eden kitap ve sünnetten naslar ve deliller gelmiştir. Selam vermekle ilgili edeplerden bazıları şunlardır:
Birinci edep/ kural: Selamı yaymak:
Bu, peygamberimizin (s.a.s.) emrettiği şeylerdendir. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Selamı yay, yemeği yedir, sıla-i rahim yap (akrabalarınızla alakanızı ve onlarla yardım etmeyi devam ettir), insanlar uyurken gece kalk namaz kıl ki; bu sayede selâmetle cennete girersin”[1] Öyle ise selamı yaymak, cennete girmeyi ve ona mirasçı olmayı gerektiren hasletlerden sayılmıştır. Başka bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s. şöyle buyurmuştur: “Yemeği yediriniz, selamı yayınız, cennetlere mirasçı olursunuz/girersiniz.”[2] Efendimiz, selamı yaymanın dünya ve ahiret selametine sebep olduğunu belirtmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.), başka bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Selamı yayın ki; selamet bulasınız!”[3] Peygamberimiz (s.a.s.), selamı yaymayı, dünya ve ahirette makamın yükselmesine sebep kılmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.), bir hadiste şöyle buyurmuştur: “(Ahirette derece bakımından) yükselmek için, selamı yayınız!”[4] Selamı yaymaya çalışmak, onu toplum arasında yaygın hale getirmek ve insanlara selam vermek İslam’ın hayırlı/güzel hasletle-rindendir. Kendisine hangi amelin İslam’da daha hayırlı olduğu sorulduğunda Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Tanıdık tanı-madık herkese yemeği yedirmen ve selam vermendir.”[5]
Bu selamı yayma işi, kendisiyle selama başlayanı kapsadığı gibi selamı verenin selamını almayı da kapsar. Selamı yaymak, sevgiyi yaymayı ve Müslüman toplumun fertleri arasında uyumu sağlayan hususlardandır. Çünkü Allah’ın peygamberi (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Selamı yayın ki; birbirinizi sevesiniz”[6] Yine peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!”[7]
İkinci edep/ kural: Kişinin karşılaştığı kimse ile selamla başlaması:
Şüphesiz ki bu Müslmanın Müslüman kardeşi üzerindeki hakkıdır. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır. Karşılaştığında ona selam verir….”[8] Selâm, Müslümanın Müslüman kardeşi üzerindeki haklarından biridir.
Aynı şekilde peygamberimiz (s.a.s.), bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz din kardeşine rastladığında ona selam versin (“Es-selâmü aleyküm ve rahmetüllah desin.)”[9] Yine peygamberimizden (s.a.s.), karşı-laşan iki adamdan hangisinin önce selama başlayacağı soruldu. O; “Yüce Allah’a daha yakın olanın.”[10] diye buyurdu.
Üçüncü edep/ kural: İslam selâmını kullanmaya gayret etmek gerekir:
Bu selam, Yüce Allah’ın kullarına meşru kıldığı Müslümanlar için şi’âr/kutsal sayılan selamlaşmadır ve aynı zamanda meleklerin ve cennet ehlinin selamlaşmasıdır.
Bu lafız: “Es-Selâmü ‘Aleyküm ve Rahmetüllâhi ve Berekâtühü”dür. =(Allahın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun.) Çünkü Peygam-berimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah (c.c.), Ademi (a.s.) yaratınca ve ona ruhu üfleyince o aksırdı da “El-Hamdülillâh.” (Hamd Allah’a mahsustur. Allah’ın izniyle O’na hamd etti. Rabbi de ona: “Yerhamükellâhü yâ Adem!”= (Ey Adem! Allah sana merhamet etsin,) buyurdu. Sonra Adem’e; “ Şu meleklere – onların büyüklerinden oturan bir gruba- git ve de ki: “Es-Selâmü ‘Aleyküm.” Onlar da dediler ki: “Ve ‘Aleyke’s-Selâm ve Rahmetüllah”. Sonra Hz. Adem Rabbine gelince O (c.c.) şöyle buyurdu: “Muhakkak bu selam, senin ve evlatların ile melekler arasındaki selamlaşmanızdır…”[11]
Bu selamlaşmaya özen göstermek ve bundan vazgeçip diğer selam-laşmaları kullanmamak gerekir. Bazı insanların günümüzde İslâmî selam-laşmadan vazgeçip onun yerine diğer selamlaşmaları kullandıkları gibi yapmamalıdır. Onlar; “Hayırlı sabahlar! Ve diğer selamlaşma şekillerini kullanıyorlar.
Dördüncü edep/kural: Selamı tam/kâmil manada vermeye özen göstermek gerekir:
Bu edep; mükâfat bakımından daha büyük ve daha mükemmel ve daha güzeldir. Bir adam peygamberimizin (s.a.s.), yanına gelerek; “Es-Selâmü ‘aleyküm.” dedi. Peygamberimiz (s.a.s.); “On” buyurdu. Sonra başka biri gelerek; “Es-Selâmü ‘aleyküm ve rahmetüllah.” deyince peygamberimiz (s.a.s.); “Yirmi” buyurdu. Sonra bir başkası geldi ve: “Es-Selâmü ‘aleyküm ve rahmetüllahi ve berekâtüh” dediğinde Efendimiz (s.a.s.) “Otuz” buyurdu.[12] Yani bununla alacağı hasenatı kasdetti.
Ne zaman selam daha tam ve mükemmel olursa, işte o zaman mükâfat da daha büyük olur.
Beşinci edep/ kural: Kendisine selâm verilen kişiye selamı almanın farz olması:
Kendisine selam verildiği zaman o selamı almak insana gerekli olur/ farz olur. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Müslümanın Müslü-man üzerindeki hakkı beştir. Selamı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye (defin işlerini) takip etmek, dâvete icabet etmek ve aksırana teşmît (yerhamukellâh) diyerek karşılık vermektir.”[13] Oturan bir topluluktan bir kişinin selamı alması yeterlidir. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kendilerine uğranıldığı zaman, topluluktan yalnız birinin selam vermesi ve oturanlardan yalnız birinin o selamı alması da yeterlidir.”[14]
Altıncı edep/kural: Selâmı olduğu gibi veya daha fazlasıyla almak:
Bu edep; şu âyet sebebiyledir: “Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selâmla karşılık verin.”[15] İbn Ömer (r.a.), ken-disine verilen selamı mutlaka daha üstünü ile alırdı. Kendisine biri (Es-Selâmü ‘aleyküm) dediğinde, o; (‘Aleykümü’s-selâm ve rahmetüllâhi) derdi. Birisi ona; (Es-Selâmü ‘aleyküm ve rahmetüllâhi) dediğinde, o; (‘Aleykümü’s-selâmü ve rahmetüllâhi ve berekâtühu) derdi. Birisi ona; (Es-Selâmü ‘aleyküm ve rahmetüllâhi ve berekâtühu) derse, o; (‘Aleykü-mu’s-selâm ve rahmetüllâhi ve berekâtühü ve mağfiratühu) derdi.
Yedinci edep/ kural: Ölüleri selamlamaktan kaçınmak gerekir :
Bu, şöyle denilmesidir: “’Aleyke’s-selâm ey falân!”. Bilakis şöyle demelidir: “Es-Selâmü ‘aleyke…” Çünkü peygamberimize (s.a.s.) bir adam geldi ve şöyle dedi: (‘Aleyke’s-selâm ya resûlellâhi!). Peygamberimiz (s.a.s.), ona şöyle dedi: “ ‘Aleyke’s-selâm! deme. Çünkü ‘aleyke’s-selâm’ ölülere verilen selamdır.”[16]
Sekizinci edep/ kural: Selamlaşmada müslüman olmayanlara ben-zememek gerekir:
Bu edep; ister hareketlerde isterse kullandıkları kelimelerde olsun, onlara benzememeyi ifade eder. Şüphesiz ki onlara benzemek haramdır. Peygamberimiz bunu yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Bizden başkasına benzemeye çalışan bizden değildir. Yahudi ve nasrânilere (hristiyanlara) benzemeyin! Çünkü Yahudilerin selamlaşması parmaklarla işaret, Hristiyanların selamlaşması ise el ile işaret etmekten ibarettir.” [17] Yine peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Adamın bir parmağıyla işaret ederek selam vermesi, Yahudi işine/ selamına benzer.”[18] Bundan alınan sonuç; insanların çoğunun yaptığı gibi yalnız elle veya yalnız parmakla selam vermenin haram olduğudur.
Ancak kişi selamı diliyle söylemekle birlikte onu alan kişi uzakta olduğu zaman, haber vermek için eliyle de işaret ederse, bunda bir sakınca yoktur. Bu şekildeki bir davranış –inşallah- yasak olan bu konuya girmez. Asıl bu konuyla ilgili olan; “Selam ifadelerinde” Müslüman olmayanlara benzemektir ki; (Müslümanı)/ insanı bundan kaçındırmak gerekir. Bazıları kardeşinin selamına mukabelede bulunur ve der ki; (bonjur, good morning, bonjuvar) vs. gibi ifadeleri kullanır. Bu ifadelerle selam vermek hiçbir şekilde caiz değildir. Bu vb. sözleri sarf edenler, yukarıda zikrolunan hadislerde yasak edilen selamlara dahil olur.
Dokuzuncu edep/ kural: Selama “Ehl-i kitap ve Müslüman olma-yanlarla başlamamak gerekir:
Bu davranış, peygamberimizin (s.a.s.), yasakladığı bir durumdur. Pey-gamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Yahudi ve Hristiyanlara önce-likle siz selam vermeyiniz. Yolda onlardan biriyle karşılaştığınız zaman, eziyet etmemek şartıyla, onları yolun en dar olan kısmında yürümeye zorlayınız.”[19] Peygamberimizin (s.a.s.) bu hadisine aykırı davranarak, vatandaşlıkta kardeşlik veya dinlerine bakmadan toplum fertleri arasında eşitlik sağlamak gibi şeyleri iddia etmek caiz değildir.
Onuncu edep/kural: Müslüman olmayan kimsenin selamını “ ve ‘aleyküm” diye almak:
Çünkü Yahudilerden bir grup peygamberimize (s.a.s.) gelerek dediler ki: “Es-Sâmü ‘aleyküm” = (Ölüm sizin üzerinize olsun.) Efendimiz onlara (ve ‘aleyküm…) “Sizin üzerinize olsun!” dedi.[20] Yine Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Yahudiler, size selam verdikleri zaman, onlardan birisi: (Es-Sâmü ‘aleyküm) der. Siz de onlara (ve ‘aleyküm,) diye karşılık verin.” [21]
On Birinci edep/ kural: Selama küçük, sayıcı az olan ve binekte olanın başlaması gerekir:
Bunların tamamını, bu konuyla ilgili peygamberimizden rivâyet edilen sahîh hadislerin yol göstermelerindendir. Bir adam, birden çok kişiyle veya bir topluluk kendisinden daha kalabalık bir toplulukla karşılaştığı zaman az olan, cema’ate selam verir. Az olanların selâma başlaması gerekir.
Küçük, büyüğe rastladığı zaman, küçük ona selam vermeye başlar. Binekte olan, yayayla karşılaştığı zaman, binek üzerinde olan, selam vermeye başlamalıdır. Yürüyen kimse oturana, yine ayakta olan kişi, oturana selam vermeye başlamalıdır.
Araba veya bisiklete binmiş olan kimse, yayaya veya oturan kimseye selam verir. Bunların tamamını peygamberimiz (s.a.s.) emretmiş ve şöyle buyurmuştur: “Bineğe binmiş olan kimse, yayaya selam versin. Yaya, oturana; az olan, çok olana selam versin. Kim selama cevap verirse, sevap onundur. Kim selama cevap vermezse, ona bir şey yoktur.”[22] Yine peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Küçük büyüğe, geçen oturana, (sayıca) az olan çok olana selam verir.”[23] Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Binek üzerinde olan yürüyene, yürüyen ayakta olana, az olan çok olana selam verir.”[24] Büyük biri, çocuklar topluluğuna uğradığı zaman –inşallah yirmi birinci edepte geleceği üzere- onlara selam verir. Aynı şekilde binek üzerinde olan büyük olursa, yaya küçük olursa, binek üzerinde olan, yayaya selam verir. Yürüyen büyük olursa, oturan da küçük olursa, yürüyen oturana selam verir.
On ikinci edep/kural: Meclisten ayrılırken ve oradan çıkarken selam vermek gerekir:
Bazı insanlar, bu edepten gafildirler. Bir meclise girdiği zaman selam verir. Sonra bir ihtiyaçtan dolayı oradan çıkar. Ancak çıkarken selam vermez. Bu sünnete aykırıdır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur : “Sizden biri bir meclise vardığında selam versin. Kalkmak istediğinde selam versin. Önceki selamı, (meclisin) sonunda verdiği selamdan daha hayırlı değildir.”[25] Ayrıca bir kişi, meclise ikinci defa döndüğünde onlara tekrar selam vermesi en uygundur. Selamı yaymak, geçtiği üzere, cahillerin zannettiğinin tam tersine, insanlar arasındaki sevgiyi artırır. Bu işi ihmal etmemek gerekir.
On üçüncü edep/kural: Karşılaşıldığında selamla beraber müsa-faha yapmak (tokalaşmak) gerekir :
Bu müsafaha, İslam dininin yapmaya davet ettiği selam edeplerin-dendir. Müminin, mümin kardeşiyle karşılaştığında selamı vermeye başlarken elini uzatması ve onunla tokalaşması gerekir. Bunu yapan büyük mükâfat kazanır. Bu edep, Müslümanlar arasındaki sevgiyi kuvvetlendiren sebeplerdendir. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “İki Müslüman karşılaştıklarında, el sıkışırlarsa, birbirlerinden ayrılmadan önce mutlaka günahları bağışlanır.”[26] Peygamberimiz (s.a.s.), başka bir hadiste şöyle buyurmuştur: “ Şüphesiz ki mümin, başka bir müminle karşılaştığında ona selam verir ve elini uzatarak müsâfaha yapar (el sıkışır). İşte o zaman ağacın yaprağının döküldüğü gibi günahları dökülür.”[27] Efendimize (s.a.s.) soruldu: “Ya Rasûlellâh! Bizden biri kardeşiyle veya arkadaşıyla karşılaştığı zaman (saygı niyetiyle) ona eğilebilir mi? Peygamberimiz (s.a.s.) dedi ki: “Hayır.” Tekrar soruldu: Onu kucaklayıp, öpebilir mi? O, “Hayır.” buyurdu. Peki elini tutar ve müsâfaha yapar mı (elini sıkışır mı)? Deyince dedi ki; “Evet.” [28] Bu hadis, müsâfahanın güzelliğine; kafirlere benzeyerek birisinin huzurunda eğilmenin ve bazılarının yaptıkları gibi kucaklaşmanın caiz olamamasına delalet eder.
On dördüncü edep/ kural: İki kişi arasına bir engel girdiğinde selamı tekrarlamak gerekir:
Bu, insanlarının çoğunun işlemediği büyük bir sünnettir. İki şahıs yürümüş olsa sonra duvar, ağaç, direk veya başka bir şey etrafında birbirinden ayrılsalar engel kalktıktan sonra karşılaşsalar tekrar karşılıklı selamlaşmaları gerekir. Şüphesiz ki; Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyur-muştur: “Müslüman iki adam sohbet ederken aralarına ağaç, taş veya kaya girerse, biri diğerine selam versin ve karşılıklı selamlaşsınlar.”[29]
On beşinci edep/ kural: Camiye girince, “Tahiyyetu’l-mescid” namazını kılmadan selam vermemesi gerekir:
Bir kişi camiye girdiği zaman, orada insanlar varsa ilk önce “Tahiyyetu’l-mescid” namazını kılıncaya kadar onlara selam vermez. Bu edep şu hadisten alınmıştır: Bir adam iki rek’at namaz kıldı. Sonra pey-gamberimize (s.a.s.), selam verdi. Rasûlüllah onun selamını aldı ve ona “Dön, namazını yeniden kıl. Çünkü sen namaz kılmadın.”[30] dedi. Namaz-dan önce selam vermesini emretmedi.
On altıncı edep/ kural: Soru sormadan ve konuşmadan önce selam vermek gerekir:
Peygamberimizin (s.a.s.);“Selam, konuşmadan öncedir.”[31] Ve; “Selam soru sormaktan öncedir. Kim selamdan önce size soru sormaya başlarsa, ona cevap vermeyin.”[32] emrine uyarak insanın soru sormaya ve konuşmaya ancak selamdan sonra başlaması gerekir.
On yedinci edep/ kural : (Tuvalet vs. gibi yerlerde) ihtiyaç giderene selam vermemek gerekir:
Büyük veya küçük abdest için oturan bir insana selam vermemek gerekir. Zaten bu kimsenin selamı alması da caiz değildir. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.), (tuvalet) ihtiyacını giderdiği sırada, bir adam gelip ona selam verdi. Efendimiz (s.a.s.), selamı almadı ve şöyle buyurdu: “Ben, Yüce Allah’a (c.c.) ancak temiz olarak zikretmek isterim.”[33]
On sekizinci edep / kural: Özellikle işitilmediği zaman selamı üç defa tekrarlamak gerekir:
Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.); “Selam verdiği zaman üç kere verir. Bir kelime konuştuğunda üç defa tekrar ederdi.” [34] Özellikle sesini duymayan uzak olan birisine selam verdiği zaman tekrarlardı.
On dokuzuncu edep/ kural: Uyuyanların yanına girdiğinde sesini alçaltarak selam vermek gerekir :
Çünkü peygamberimiz (s.a.s.), böyle yapardı. Hatta uyanık olanlar duysun, uyuyanlar rahatsız olmasın diye dikkat ederdi: “Peygamberimiz (s.a.s), geceleyin bir yere girerdi. Uyuyanları uyandırmadan ve uyanık olanlara işittirerek selamı verirdi.”[35]
Yirminci edep/ kural: Müslüman ve müşriklerin bulunduğu bir meclise uğradığı zaman selam vermek gerekir :
Bu edep, İslam’ın hakkını yüceltmek içindir. Çünkü : “Peygamberimiz (s.a.s.), Müslüman ve Yahudilerin karışık olarak bulunduğu bir meclise uğradığında, onlara selam verdi.”[36]
Yirmi birinci edep/ kural: Çocuklara uğradığı zaman, onlara selam vermek gerekir:
Şüphesiz ki bu, onların kalplerini İslama ısındırmak ve nefislerini sevindirmek için yapılır. Çünkü peygamberimiz (s.a.s.): “Çocuklara uğradı ve onlara selam verdi.”[37] Bu, Allah Rasûlünün alçak gönüllü olmasındandır. Maalesef bu işte kibir eden kimseler bulunuyor. Bir adamın çocuklara selam vermesi onun şanından ve kıymetinden bir şey düşürmez. Peygamberimizin (s.a.s.), uygulaması bunun için en iyi reddiyedir.
Yirmi ikinci edep/ kural: Kadınlar topluluğuna selam vermek gerekir:
Şüphesiz Peygamberimiz (s.a.s.), Esmâ binti Yezîd’in rivâyet ettiği hadisinde zikredildiği gibi bunu yapmıştır. O (r.a.) şöyle demiştir: “Pey-gamberimiz (s.a.s.), bizden bir cemaat kadınlara uğradı da onlara selam verdi.”[38] Tirmizî’ye göre Rasûlüllah (s.a.s.) selamlarken elini de salladı. Halbuki bazıları bunun makbul olmadığını anlattılar. Ancak bu peygambe-rimizin fiilidir. Bununla birlikte başka bir şeye bakılmaz.
Yirmi Üçüncü Edep: Başka bir şahıstan, bir kimseye selamı iletmenin müstehap olması:
Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.), Hz. ‘Âişe’ye dedi ki ; “Cebrail (a.s.) sana selam söylüyor.”[39] ‘Âişe (r.a.) da; “Allah’ın selamı ve rahmeti onun üzerine olsun.” dedi. Adamın biri peygamberimize (s.a.s.) geldi ve dedi ki: “Babam size selam söylüyor.” Peygamberimiz de (s.a.s.): “Sana ve babana selam olsun.”[40] buyurdu. Şüphe yok ki; bu edep de selamın yayılmasına ve kalplerin birbirine ısındırmasına dahildir. Bunların hepsi temiz şeri’atın maksatlarındandır. Bunlara, şevkle sarılmak gerekir.
Her Müslümana, selam edeplerinden bu fasılda gelen her şeye riâyet etmesi lazımdır. Bunların ister fert, isterse toplum üzerinde olsun, büyük etkileri ve güzellikleri vardır. Bu edepleri, asla küçümsememek veya ihmal etmemek gerekir. Yoksa insanlar birçok hayırdan mahrum kalırlar.
Bunlar, selamla ilgili Allah’ın bana tespit etmeyi kolaylaştırdığı edeplerdir. Bunların sayısı yirmi iki edeptir. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.[41]
[1] – Ahme b. Hanbel, Müsned, 2:295, 323; İbnu Hibbân, el-İhsân, (No: 508); el-Hakim, el-Müstedrek, 4:129, el-Hakim, bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir. Ez-Zehebî, onun bu görüşüne katılmıştır. Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’l- câmi’, (No:1085).
[2] – Ziya, El-eh3adisü’l-muhtâretu kitabında bu hadisi, Abdullah b. Haris’den rivâyet etmiştir. El-Elbânî, Es-Silsilet’üs-sahîha, (No:1466) kitabındaki gibi.
[3] -Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4: 286; İbnu Hibbân, el-İhsân, (No:491) ; Ebu Nuaym, Ahbâru İsbehan, 1: 277; El-Ukaylî, ez-Zu’afa, (No: 365), Buhârî, Edeb’ül-müfred, (No: 787-979), bu hadis el-Berrâ’dan rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’l-câmi’, (No: 1087),
[4] -Taberânî, el-Mu’cemu’l- kebir’de bu hadisi Ebu’d-Derdâ’dan rivayet etmiştir; el-Elbânî, Sahih El-Câmi’deki gibi (No: 1088).
[5] – Buhârî, Sahîh, (No:12); Müslim, Sahîh, (No: 39) Bu hadis, İbn Ömer’den rivayet edilmiştir.
[6] – el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:167,168). el-Hâkim bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir. Ez- Zehebî de onun bu görüşünü uygun görmüştür. Bu hadis, Ebû Musâ’dan rivayet edilmiştir. El-Elbânî, Sahîhu’l-Câmi’, (No:1086).
[7] – Müslim, Sahîh, (No: 45), Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.
[8] – Müslim, Sahîh, (No: 2162), Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir; Sahîhayn’da geçen bir rivâyette : “……..beş şeydir:…
[9] -Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 482; Ebû Dâvud, Sünen, (No: 4084), Tirmizî, Sünen, (No: 2721; İbnu es-Sünnî, ‘Amelu’l-yevm ve’l-leyle, (No:236), Nesâî, ‘Amel’ül-yevm ve’l-leyle, (No: 318, 320) Sahabe’den birinden rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No: 2189).
[10] -Tirmizî, Sünen, (No:2694), et-Tirmizî bu hadisin “hasen” olduğunu belirtmiştir. Bu hadis, Ebu Ümâme’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No: 2189).
[11]– Tirmizî, Sünen, (No: 3368), Tirmizî bu hadisin “hasen” olduğunu belirmiştir; İbnu Hibbân, el-İhsân, (No: 6134); el-Hâkim, el-Müstedrek, 4: 263; el-Hâkim, bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir. Ez-Zehebî ve diğer muhaddisler onun bu görüşüne katılmışlar. Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No:2683).
[12] – Ebû Dâvud, Sünen, (No: 5195); Tirmizî, Sünen, (No:2689), Tirmizî, bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir. Bu hadis, ‘İmrân b. Husayn’den rivâyet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No: 2163).
[13]– Buhârî, Sahîh, (No:1240), Müslim, Sahîh, (No: 2162), Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.
[14] – Ebû Dâvud, Sünen, (No: 5210), Bu hadis, Hz. Ali’den rivâyet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu Ebi Dâvud, (No: 4342)
[15] – Nisâ suresi, 4: 86.
[16] -Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3: 482; Ebû Dâvud, Sünen, (No:4084); Nesâî, ‘Amel’ül-yevm ve’l-leyle, (No:318); Tirmizî, Sünen, (No: 2722), Tirmizî, bu hadisin “hasen” olduğunu belirtmiştir; Hâkim, el-Müstedrek, 4:186, el-Hakim, bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir. Ez-Zehebî de onun bu görüşünü uygun görmüştür. Bu hadis, Cabir b. Süleym’den rivâyet etmiştir; el-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No: 4341).
[17] – Tirmizî, Sünen, (No: 2695); Taberânî, el-Mu’cemu’l-evsat; Aynı şekilde, el-Elbânî, Sahîhu’l- Câmi’, (No: 5434), Bu hadis, İbnu ‘Amr’den rivâyet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No: 2168).
[18] -Ebu Ya’lâ, Müsned, (No:1870); Beyhakî, Şu’abü’l-imân, (No: 8915); et-Taberânî ve el-‘Ukaylî bu hadisi, Câbir’den rivayet etmişler; el-Elbânî, Sahîhu’l-câmi’, (No: 2946).
[19] – Müslim, Sahîh, (No:2167), bu hadis, Hz. Aişe’den rivayet edilmiştir.
[20] – Buhârî, Sahîh, (No:6024); Müslim, Sahîh, (No:2165), bu hadis, Hz. Aişe’den rivâyet edilmiştir.
[21] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2:19, 114; Ebû Dâvud, Sünen, (No: 5206), Tirmizî, Sünen, (No:1603), Tirmizî, bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir. Bu hadis, İbn Ömer’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu Ebi Dâvud, (No:4338).
[22] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3: 444; Abdurrezzak, el-Musannef, (No: 19444), Buhârî, Eded’ül-müfred, s.146), Bu hadis, Abdurrahman b. Şibl’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Es-Silsiletu’s-sahîha, (No: 2199).
[23] – Buhârî, Sahîh, (No:6231). Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.
[24]– Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 19; Tirmizî, Sünen, (No: 2705), Tirmizî, bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir; İbn Hibbân, el-İhsân, (No:497); Buhârî, Edebu’l-müfred, s.146: Bu hadis, Fudâle b. Ubeyd’den rivayet edilmiştir; El-Elbânî, Sahihu’t-Tirmizî, (No: 2175).
[25] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2: 230), Ebu Dâvud, Sünen, (No: 5208), Tirmizî, Sünen, (No: 2706), Tirmizî bu hadisin “hasen” olduğunu belirtmiştir. İbn Hibbân, el-İhsân, (No: 494); Hâkim ve diğerleri bu hadisi, Ebu Hüreyre’den rivayet etmişlerdir. El-Elbânî, Sahihu’t-Tirmizî, (No: 2177).
[26]– Ahmed b. Hanbel, Müsned, (4: 289, 303) Ebû Dâvud, Sünen, (No: 5212), Tirmizî, Sünen, (No:2727), Tirmizî, bu hadisin “hasen” olduğunu belirtmiştir; İbn Mâce, Sünen, (No: 3703) , Bu hadis, Berrâ’dan rivâyet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No: 2197).
[27] – Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 1: 184, (No: 247), Bu hadis, Huzeyfe’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Es-Silsiletu’s-sahîha, (No: 526), Bu hadisi, İbnu Vehb ve İbnu Şâhin’in rivayet ettiğini belirtmiştir.
[28] – Tirmizî, Sünen, (No:2728), Tirmizî, bu hadisin “hasen” olduğunu belirtmiştir; İbn Mâce, Sünen, (No: 3702), Bu hadis, Enes’ten rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No:2195)
[29] – Beyhakî, Şu’ab’ül-imân, (8860), Bu hadis, Ebu’d-Derdâ’dan rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’l- câmi’, (No: 355).
[30] – Buhârî, Sahîh, (No:757); Müslim, Sahîh, (No: 397), Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.
[31] – Tirmizî, Sünen, (No: 2699) Bu hadis, Cabir’den rivayet edilmiştir; El-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No: 2170).
[32] – İbnu Adî, El-Kâmil, 5: 291); Bu hadisin benzerini Nesâî, ‘Amel’ül-yevm ve’l-leyle’de, (No:214) rivayet etmiştir; Bu hadis, İbnu Ömer’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Silsilet’us-sahîha, (No: 816).
[33]– Müslim, Sahîh, (No: 370), Bu hadis, İbnu Ömer’den rivayet edilmiştir. Ebu Davûd peygambe-rimizden (s.a.s.) bazı ilâvelerle bu hadisi rivayet etmiştir, Bkz; Ebu Dâvud, Sünen, (No:17) Bu hadis, Muhacir b. Künfüz’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu Ebi Dâvud, (No:13).
[34] – Buhârî, Sahîh, (No: 6244) Bu hadis, Enes’den rivayet edilmiştir.
[35] – Müslim, Sahîh, (No: 2055), Bu hadis, Mikdâd’dan rivayet edilmiştir.
[36] – Buhârî, Sahîh, (No: 6254); Müslim, Sahîh, (No:1798), Bu hadis, Üsâme b. Zeyd’den rivayet edilmiştir.
[37] – Buhârî, Sahîh, (No: 6247); Müslim, Sahîh, (No: 2168) Bu hadis, Enes’den rivayet edilmiştir.
[38] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4: 452; Ebû Dâvud, Sünen, (No:5204) Tirmizî, Sünen, (No: 2697) Tirmizî, bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir; Dârimî, Sünen, 2:277; İbn Mâce, Sünen, (No:3701), Bu hadis, Esma bintu Yezid’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu Ebi Dâvud, (No: 4336).
[39] – Buhârî, Sahîh, (No: 6253); Müslim, Sahîh, (No: 2447) Bu hadis, Hz. ‘Âişe’den rivayet edilmiştir.
[40] – Ebû Dâvud, Sünen, (No: 5231), Bu hadis, sahabeden birinden rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No: 4358).
[41] – Fazla bilgi için bakınız; İbnu Hacer, Feth’ul-bârî, 5: 11 ve devamı; İmâm Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, 14:199 ve devamı; El-İhsân bi-tertibi İbn Hibbân, 1: 356) ve devamı; Dârimî, Sünen, 2: 275) ve devamı, İbnu’s-Sünnî, ‘Amel’ül-yevm ve’l-leyle, s.78 ve devamı; Ebû Davud, Sünen, 5: 378 ve devamı; Nevevî, Riyâz’üs-sâlihîn, Tahkîk; Rebâh ve Dekâk, s. 289) ve devamı ve daha başka eserler.
Bir yanıt bırakın