Yazının İcat Edilmesi ve Araplarda Yazı
Bazı araştırmacılara göre Sümerler M.Ö. 3300 yılında çivi yazısını icat etmişler. Bazı araştırmacılar da yazının ilk defa Girit adasında, bazıları da Kıbrıs adasında, bazıları ise alfabenin ilk kez İ. Ö. 2000 yıllarında Sina Yarımadası’nda ortaya çıktığını iddia ediyorlar. Sina alfabesi daha sonraları Fenike alfabesinin temelini oluşturdu. Sina alfabesinin kuzey kolunda Fenike alfa-besinden başka, bugünkü Arap alfabesinin atası olan Aramî alfabesi de gelişti. Fenike alfabesi, Yunan, İbranî ve Lâtin alfabelerinin doğmasına yol açtı. Aramî alfabesinden ise Arap, Pehlevi, Avesta, Uygur gibi alfabeler türedi.
Dillerin ve yazının ortaya çıkışı ve icat edilmesi ile ilgili bilim adamları tarafından değişik görüşler ileri sürülmüştür. Klasik Arap kaynaklarının çoğu yazıyı tarihsel bir gelişim sürecine ihtimal vermeksizin bazı kişilerin birden icat ediverdiği bir olgu olarak kabul ederler. Bu konuda birçok rivayet vardır. Bunların en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz: Hişâm el-Kelbî, Araplardan bir kavim ‘Adnan b. Üdd’ün yanına konaklamışlar ve onlar yazıyı icat etmişler. Arap yazısını icat edenlerin isimleri; Ebced, Hevvez, Kelemun, Sa‘fes, Kareşet’dir . Buna göre Ebced Mekke ve civarının kralı, Kelemun, Sa‘fes, Karuşet de Medyen ya da Mudar ülkelerinin krallarıydılar. Sonra kendi isimlerine göre alfabeyi icat etmişler, kendi isimlerinde olmayan ve revâdif adını verdikleri ث خ ذ ظ ش غ harflerini de bu ekleyerek alfabeyi tamamlamışlardır . Buna göre Ebced Mekke ve civarının kralı, Kelemun, Sa‘fes, Karuşet de Medyen ya da Mudar ülkelerinin krallarıydılar. Bazıları yazının hikayesini Hz. Adem ile başlatırlar. Yazıyı ölümünden üç yüzyıl önce Hz. Adem’in bulduğunu, kil üzerine yazıp bunları pişirdiğini, Nuh tufanından sonra da her topluluğun kendi yazısını bulup yazı yazdığını belirtirler . Sonra İdris peygamber veya onun oğullarından biriyle yazının başlangıcı arasında bir bağ kurarlar, Hz. İsmail ya da yine onun oğullarından Nasr ve Teymâ’nın yazıyı bulan ilk kişiler olduğu bunların yazıyı bitişik olarak icat ettiklerini daha sonra kardeşleri olan Nebet, Hemîsa‘ ve Kayzer’in de harfleri ayırdıkları belirtilmektedir.
2. Arap Yazısının Ortaya çıkışı:
Araplar önceleri, Güney Arabistan’da Himyerîlerin geliştirdikleri müsned denilen bir yazı kullanmışlardır. Sonra müsnedin yerini bugüne kadar gelen Arap yazısı almıştır. Bu yazı, bitişik Nebat yazısından gelişmiştir. Nitekim XVIII. asrın ilk yarısında G. J. Klehr, Arap yazısı ile Nebat yazısı arasında alâka bulunduğunu ileri sürdü (1724). Daha sonra Th. Nöldeke, Arap yazısının Nebat yazı-sından gelişmiş olduğunu söyledi (1865). Bugün İslâmiyet’ten önceki ve İslâm’ın ilk asrına ait kitâbelerin incelenmesi, Arap yazısının Nebat yazısından türediğini, hatta onun gelişmiş bir devamı olduğunu ortaya koymaktadır. Böylece Arap yazısı Nebatî ve Ârâmî halkalarıyla Fenike yazısına bağlanmaktadır.
Arap yazısının icadıyla ilgili rivayetlerde çok tekrarlanan ancak bazı tutarsızlıklar içeren bir rivayet de Arap yazısını Süryânî alfabesini örnek alarak Murâmir b. Murre, Eslem b. Sidre ve ‘Amir b. Cidre adında Tayy kabilesinden üç kişinin Enbâr şehrinde ikamet ederek Arap yazısını icat ettiğidir . Rivayete göre bunlardan birincisi harflerin şekillerini ve faslı , ikincisi vaslı , üçüncüsü ise i‘câmı bulmuş ve bunlardan Hiralılar , Hiralılardan Enbârlılar yazıyı öğrenmiş ve yazı bu şekilde yayılmış.
Cevâd ‘Ali, el-Meşrik ve Mecelletu Lugati’l-‘Arab adlı dergilere gönderme yaparak verdiği bilgilerde yukarıda geçen üç ismin kişi adı değil, Süryânîce bazı sıfatlardan geldiğini, Murâmir b.Murre’ مرامر بن مرة nin aslında مارا ماري بر ماري (Mârâ Mârî ber Mârî) Arapçasıyla سيد السادة ابن السيد (Seyyidu’s-Sâde İbnu’s-Seyyid) olduğunu ve bu öbeğin Efendi Oğlu, Efendiler Efendisi veya شيخ شيوخ العلم ابن حامل لواء العلم Bilimin Beyler Beyi, Bilim Bayrağının Taşıyıcısının Oğlu anlamına geldiğini, Eslem b. Sidre (أسلم بن سدرة) adının شليما بر سدرة (Şelîmâ ber Sidre) adından bozma olduğunu التام العلم الخطاط İlmi Tam Hattat anlamına geldiğini, son isim olan ‘Amir b. Cidre’ عامر بن جدرة ise عمرايا بر جدرة (‘Amrâyâ ber Cidre) adından bozma olduğu ve العماد الحاذق Usta güç anlamını ifade ettiğini belirtmektedir . Bu ibareler kişi adları olmayıp usta yazar ve hattatlara verilen sıfatlar olsa da bu sıfatları taşıyan kişilerin Arap yazısının icadına katkıda bulunup bulunmadığı konusunda bilimsel bir kanıt yoktur.
Klasik kaynakların çoğunda Arap yazısının el-Himyerî ya da el-Musned adı verilen Yemen menşeli bir yazıdan türediği görüşü hakimdir. İbn Haldûn el-Mukaddime adlı eserinde et-Tebâbi‘a devletinde medeniyet ve refah yükselince kullanılmakta olan el-Himyerî yazısının son derece güzel bir hale geldiğini, Yemenliler’in bu yazıyı izinsiz kimseye öğretmediklerini ancak Tebâbi‘a ve el-Hira’daki el-Munzir ailesi arasında bir hısımlık olduğu için ve Arap hükümranlığını Irak’ta yeniden tesis ettikleri için yazının buradan el-Hira’ya geçtiğini belirtmektedir. Hira’dan da Taif’e ve Kureyş’e geçmiştir. Yazar Hiralılardan ilk olarak Sufyan b. Umeyye veya Harb b. Umeyye’nin yazıyı yukarıda adı geçen Eslem b Sidre’den öğrendiğini de ekliyor . Yukarıdaki rivayette Murâmir b. Murre, Eslem b. Sidre ve ‘Amir b. Cidre’nin bir araya gelerek yazıyı Süryanî alfabesini esas alarak düzenlediklerini belirtmiştik. İbn Haldûn, Sufyan b. Umeyye veya Harb b. Umeyye’nin yazıyı Eslem b Sidre’den öğrendiğini belirtiyor. Halbuki yukarıdaki bu kişinin icat ettiği yazı, Himyerî yazısı ile arasında hiç bir benzerlik olmayan Süryânî yazısı örnek alınarak yapılan Arap yazısıdır.
Himyerîlerin Müsned adlı bir yazılarının olduğu belirtilmekle birlikte Subhu’l-A‘şâ da ve diğer bazı eserlerde İbn Hişâm’dan nakille Arap yazısını ilk kullanan kişinin Himyer b. Sebe’ olduğunu ve buna da rüyasında öğretildiğini, bundan önce Arapların el-Müsned adlı yazıyı kullandıkları bildirilmektedir . Bu rivayette de Himyer b. Sebe’nin rüyada hangi yazıyı öğrendiği konusunda bir soru işareti belirmektedir.
el-Himyerî ya da el-Müsned adıyla anılan yazının 29 sessiz harfi vardır. Bu harfler bu günkü Arap yazısında olduğu gibi bitişik değil Latin alfabesinde olduğu gibi ayrı ayrı yazılmaktadır Fenike ya da Sina alfabelerinden alındığı düşünülmektedir . Harekeleri ifade eden harfler ya da diğer işaretler yoktur. Sükûn, medd, nokta gibi işaretler olmadığı gibi şedde de yoktur. Harf tekrarı gerektiğinde o harf iki defa yazılmaktadır. Sözcükleri birbirinden ayırmak için boşluk bırakmak yerine dikey bir çizgi kullanılmaktadır. Satır düzeni diğer bütün Sami alfabelerde olduğu gibi sağdan sola doğru yazılmaktadır. Ancak bazen solda biten yazı üst satırdan devamla soldan sağa doğruda gidebil-mektedir .
Bu görüşlerin kaynağı da Kur’an-ı Kerim’deki şu ayetten kaynak-lanmaktadır: “Allah, Adem’e bütün isimleri öğretti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle dedi: “Eğer siz sözünüzde doğru iseniz; şunların isimlerini bana bildirin. Melekler: “biz seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz; senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur,” dediler. Şüphesiz ki sen her şeyi hakkıyla bilensin, hüküm ve hikmet sahibisin…” Bazı bilim adamlarına göre yazıyı yüce Allah Hz. Adem’e öğretmiş. O da öğrendiği yazı sitillerini kerpiçler üzerine yazmış ve onları fırınlarda yakarak tablet haline getirmiş. Nuh tufanından sonra onun evlatlarından her biri bu tabletlerden faydalanarak değişik dilleri ve yazı sitillerini öğrenmişler, Hz. İsmail de Arap yazısını öğrenmiştir.
Yazı konusunda Mezopotamya bölgesinde yaşayan insanlar çok büyük gayretler sarfetmişler. Sümerler, Asurlar ve Nebatiler bu bölgede yaşamışlar. Ve bu milletler çeşitli yazıları icat etmişlerdir.
Milâdî III. asrın sonları ile IV. asrın başlarında cereyan ettiği anlaşılan bitişik Nabatî yazısından Arap yazısına geçişin muhtelif safhalarını müşahedeye imkân sağlayan kitâbelerin en eskisi, Araplar’a ait olduğu halde Nabat kültürünün hâkim olduğu bir devrenin damgasını taşımakla dili de yazısı da Nabatî olan birinci Ümmü’l-Cimâl (m. 250) ve en-Nemâre (m. 328) kitâbeleridir. Arapça, Süryânî dili ve Yunanca olmak üzere üç dilde yazılmış bulunan Zebed kitâbesi (m.512), bu yazının Araplar’ca benimsendiğini, bununla beraber artık el-Arabiyye’nin yani klasik Arapça’nın yazı dili olarak kendini kabul ettirdiğini gösterir. Aynı asra ait olduğu tahmin edilen ikinci Ümmü’l-Cimâl kitâbesi bir yana bırakılırsa, İslâm’ın doğuşu sırasında Arap yazısı, Üseys (m. 528) ve Harran kitâbelerinin yazısından herhalde pek farklı değildi.
el-Belâzûrî (ö. 279/892), el-Cehşiyârî (ö. 331/942), es-Sûlî (ö. 335/946 veya 336/947) ve İbnü’n-Nedîm (ö.385/995) gibi şahsiyet-lerden başlayarak İslâm müellifleri, Arap yazısının Enbâr’dan Hîre’ye ve oradan da Hicaz’a geçtiğine dair rivayetler naklederler. Bu rivayetlerde adı geçen şahsiyetler ve anılan yerlerle Hicaz ahalisinin buralarla olan muhtelif alâka ve münasebetlerinin tedkiki bizi, yazının, Nabat ülkesinin bir bölgesi olan Havran’dan Enbâr ve Hîre’ye ve buralardan Dûmetülcendel üzerinden Hicaz’a geçtiği neticesine götürmektedir. Bununla beraber Hicazlılar’ın Nabat ülkesi üzerinden Suriye ile olan devamlı ticarî alâkaları göz önüne alınırsa, Kuzey’e ait Arap yazısının yukarıda zikredilenden ayrı ve daha kısa bir yolla Havran, Petra, el-Ulâ üzerinden Hicaz’a geçmiş olması gerekir. Eski rivayetlerin Enbâr ve Hîre üzerinde ısrarla durmaları, yazının buralarda yani Lahmîler’in muhitinde VI. asrın ortalarında bir tekâmül safhası geçirmiş olduğuna delâlet eder.
Câhiliye devrinin sonları ile İslâm’ın doğuşu sırasından günümüze intikal eden herhangi bir vesikaya halen sahip değiliz. Halbuki tarihî kaynaklarda okuma yazma bilen bazı sîmalar hakkında açık kayıtlar vardır. Meselâ İbnü’n-Nedîm’in bildirdiğine göre, el-Me’mûn’un kütüphanesinde Hz. Peygamber’in ceddi Abdülmuttalib b. Hâşim’in hattıyla bir vesika mevcuttu. Mekke’nin ticaret merkezi oluşu, Mekkeliler arasında yalnız Kuzeye ait Arap yazısının yayılmasını değil, sayıları az da olsa, Yemen’de kullanılan müsnedi bilenlerin bulunmasını da gerektiriyordu. el-Belâzûrî, bu devrede okuma ve yazma bilen on yedisi erkek ve yedisi kadın yirmi dört kişinin isimlerini verir.
İslâmiyet’ten önce Araplar arasında yazı herhalde sanıldığından çok kullanılıyordu. Nitekim bu devirde Mûsevîler’in ve hıristiyanların elinde İbrânî ve Süryânî dillerinde kitaplar bulunuyordu. Hatta bu arada bazı Arapça metinlerin bulunduğu da düşünülebilir. Bu dinî ve hikemî metinlerin dışında ticarî hesapların, alacak vereceklerin yazıldığı vesikalar, köle mülkiyeti senetleri, şahıslar ve kabileler arasında yapılan antlaşmalara, emanlara dair vesikalar ve mühim vesileler için yazılmış mektuplar, mühür ve mezar kitâbeleri vb. vardı. Milâdî VII. asır başlarında Arap yazısı, Enbâr ve Hîre’den sonra Hicaz’da hissedilir bir üslûp farkı kazanmış bulunuyordu.