İSLAMRDA CİHADLA İLGİLİ EDEPLER

 

DÖRDÜNCÜ FASIL İSLAMDA CİHÂDIN EDEPLERİ  

Cihadın İslam’da büyük bir yeri vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.) cihadı, İslam’ın  zirvesi, tepe noktası saymıştır. Cihadın fazileti, cihada teşvik, cihadı emretme konusunda çok sayıda hadis rivâyet edilmiştir. Ancak cihad konusunda insanın uyması gereken bazı edepler vardır. Bunlardan bir kısmını aşağıda zikredeceğiz:

Birinci Edep: İhlas ve cihad niyetinde samimi olmak gerekir:

Şüphesiz ki amel, Yüce Allah için halis olmayınca boştur ve makbul değildir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır”[1] Yüce Allah başka bir ayette şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.”[2] Cihadla ilgili çok sayıda âyet vardır.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim Allah kelimesinin yücelmesi için savaşırsa o, Allah yolundadır (Allah yolunda cihad etmiştir).[3] İnsanın cihada çıkmadan önce Allah’ın ismini yüceltmeye, dinini yüceltmeye, cihad ve şehitlik sevabı kazanmaya niyet etmesi gerekir.

Bir hadiste peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah, kendi yolunda cihad edeni ve sırf onun yolunda cihad etme niyetiyle ve Onun kelimelerini tasdik etmek için evinden çıkan kimseyi; cennetine koyacağına veya cihad’da elde ettiği mal ve ganimetle birlikte çıktığı evine geri dönmesine kefil olmuştur.”[4]

İkinci Edep: Cihada çıkmadan önce anne ve babadan izin almak gerekir:

Cihad kesinleşmediği zaman, ana babadan izin almak gerekir. Anne ve babadan izin almadan cihada çıkmak caiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.), anne ve babasının izni olmadan cihad için kendisine gelen birine şöyle buyurmuştur: “Anne ve babana dön ve onlardan izin al. Eğer sana izin verirlerse o zaman cihad et, izin vermezlerse onlara iyilik yap.”[5]  Ancak mutlaka cihad etmek kesinleşirse ve kafirleri İslam beldesinden topluca kovmak zorunlu hale gelmişse, bu durumda anne ve babadan ve diğer kimselerden izin almak zorunlu değildir.

Üçüncü Edep: Savaşmaya çıkmadan önce günahlardan tevbe etmek gerekir:

Bu da mücahidin Allah’ın yardımını hak etmesi için gereklidir. Ta ki tevbe etmeden günahkâr bir şekilde savaşmasın. Böylece Allah’ın yardımı eksik olmasın. Şüphesiz ki mücahitler, Allah’ın yardımını kazanmak için tevbe ve istiğfara en çok muhtaç insanlardır. Çünkü onlar, ölüme yakındır ve bu yüzden ölüme hazırlanmaları gerekir.

Dördüncü Edep: Savaştan önce salih amel işlemek gerekir:

Bu da Allah’a yaklaşmak ve zafer kazanmak için gereklidir. Demir maske takan bir adam, Hz. Peygambere gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın elçisi! Savaşayım sonra mı Müslüman olayım, yoksa önce Müslüman mı olayım sonra savaşayım?” Peygamberimiz ona şöyle söylemiştir:  “Müslüman ol, sonra savaş!….”[6] Bu sebeple Ebu Derdâ şöyle demiştir: “Siz ancak amellerinizle birlikte savaşırsınız.[7] Bu amellerin bazıları; tevbe etmek, sadaka vermek, anne ve babaya iyilik etmek ve diğer amellerdir.

Beşinci Edep: Savaş için gerekli kuvveti hazırlamak gereki:

Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:  “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlı birlikler hazırlayın. Bununla Allah’ın düşmanlarını ve düşmanlarınızı ….. korkutursuunuz.”[8] Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:  “Dikkat edin! Kuvvet atıştır, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır….”[9] Bu âyet, savaşta kullanılan bütün silah çeşitlerini kapsıyor. Çünkü bu silahların tamamı, kuvvetten sayılır.

Altıncı edep: Savaşçıların techizatıyla uğraşmak, onların geride bıraktıkları ailelerine iyi muamele etmek gerekir:

Bu da şeriatın emrettiği ve teşvik ettiği bir husustur. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim Allah yolunda savaşan bir gaziyi teçhiz ederse o savaş yapmıştır. Kim Allah yolunda savaşan bir gazinin ailesinin bakımını üstlenirse o da savaşmıştır.”[10] Zengin Müslümanların mücahidlerin teçhizatı için yardımlaşmaları ve aynı şekilde mücahidler cihada gidip dönünceye kadar onların ailelerine bakmaları vaciptir. Şüphesiz ki maddî yardımlarda bulunanlar, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler gibi olurlar.

Yedinci edep: Cihad için insanların güçlü ve dayanıklı olanlarını seçmek gerekir:

Devlet yöneticisinin cihad için güçlü, savaşmaya dayanıklı ve düşmana karşı en çok dayanabilen insanları seçmesi gerekir. Ayrıca takva sahibi ve salih olmalarına ilaveten tecrübeli, akıllı, modern silahları kullanabilen, harp planlarını en iyi bilen, düşmanın durumunu en iyi bilenleri v.s. seçmesi gerekir.

Sekizinci edep: Cihad esnasında Hz. Peygambere uymak gerekir:

Düşmanların niyetini anladıklarını öğrendiğinde “tevriye üslubunu (görüşünü gizleme, kinâyeli konuşmu) kullanmak gerekir. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle davranıyordu: “Bir savaşa çıkmak istediğinde kinâye yoluyla başka yere gideceğini anlatıyordu.”[11] Meşru olan her yolla düşmanı kandırmak gerekir. Harp konusunda her hile, meşrudur. Hz. Peygamber (s.a.s.), şöyle buyurkmuştur: “Harp bir hiledir.[12] Aynı şekilde eşini de cihâda götürmek ve cihâd’a götürülecek eşler arasında kura çekmek gerekir. Özellikle cihâd için çıkılan yolculuk uzun sürecekse veya cihad fitne ve fuhşiyatın yaygın olduğu yerlerde yapılırsa[13] mücâhidin kendisini koruması için böyle yapması gerekir. Bu saydıklarımız dışında Peygamberimizin diğer davranışlarına uymak gerekir.

Dokuzuncu Edep: Ordu cihad için çıktığında, yöneticinin ve insanların onu uğurlamaları gerekir:

Hz. Peygamberin yaptığı gibi, insanların ordu için dua etmeleri gerekir. Hz. Peygamber (s.a.s.); “Cihada gitmeden önce orduyla helalleştiğinde şöyle derdi: “Dininiz, emanetiniz ve amellerinizin akıbeti konusunda sizleri Allah’a emanet ediyorum.”[14] Bu büyük ve faydalı bir zikirdir.

      Onuncu edep: Yöneticinin orduya vaaz etmesi, onlara itaat etmeyi hatırlatması, günah işlemekten sakındırması, cihada yönelik hükümleri anlatması gerekir:

Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), ashab savaş için çıkarken veda etmek üzere onlara şöyle derdi: “Allah yolunda besmele ile gazâ edin, Allah’ı inkar edenlerle savaşın, gazâ edin fakat ganimette hıyanette bulunmayın. Anlaşmayı bozmayın. Öldürdüğünüz kimselerin burunlarını ve kulaklarını kesmeyiniz. Çocuk öldürmeyin, ve müşriklerden olan düşmanınızla karşılaştığınız zaman onları üç haslete (veya güzel huya) dâvet ediniz…[15] Bu, çok önemli bir edeptir, savaşçılara cihatlarında Allah’a olan samimiyetlerini hatırlatmadır ve savaştan gayelerinin İslamiyet’in gösterdiği şekil üzere olmasının gerektiğini onlara bildirmektir.

On birinci edep : Ordunun çokluğuyla  övünmemesi gerekir:

Yüce Allah (c.c.) müminler için şöyle buyurmaktadır: “ Huneyn savaşı yapıldığı günde sayıca çokluğunuz sizi gururlandırmıştı. Ve bunun size hiç bir faydası olmamıştı. Olanca genişliğine rağmen dünya başınıza dar gelmişti. Sonra da bozguna uğrayarak düşmana arka çevirip kaçmaya başlamıştınız. Daha sonra Allah, resulünün ve müminlerin üzerine sükunet indirmişti. ”[16]  Müminlerin kendisiyle böbürlendikleri sayısal çokluk onlara fayda sağlamamıştı. Bilakis müminlerin sadece Allah’a bağlanmaları, ona dayanmaları, tüm işlerini ona havale etmeleri ve dünyaya bağlanmamaları gerekir.  Bütün bunlar, savaşa hazırlık vb. gibi meşru maddî sebeplere riayetle birlikte yapılmalıdır. Mesela savaşta gerekli olan silah ve cephane hazırlanmalı ve diğer tedbirler alınmalıdır.

On ikinci edep: Savaşçıların yolculuk kurallarına uymaları gerekir:

Bu edep, ilgili yerde detaylı bir şekilde verilmiştir. Oraya bakma-lısın. Bu edepler; yola çıkma sırasında toplanma, yardımlaşma, merhametli olma vb. edeplerdir. Sefer edepleri bölümünde zikredilen diğer edepler için bu kitabın ve başka kitapların ilgili yerlerindeki bu edeplere müracaat edilsin.

On üçüncü edep: Allah’a isyan dışında komutana itaat etmek gerekir:

Bu itaat, zafer için en önemli şeylerden biridir. Şüphesiz Müminlerin bir kısmı Uhud savaşında peygamberimizin (s.a.s.) emrine isyan ettiğinde mağlubiyet ve tamamı bilinen olay meydana gelmişti. Kim bu tür durumlarda komutana isyan ederse, bütün orduya karşı cinayet işlemiş olur. Öyle ise her mücahidin komutanın emrine itaat etmesi gerekir. Ancak komutan emrinde bulunan askere Allah’a isyan etmeyi emrederse, bu takdirde asla o dinlenmez ve ona itaat edilmez.

On dördüncü edep: Savaşçıların şehit olmak istemelerinde doğru olmaları ve samimiyetle şehid olmayı istemeleri gerekir: 

Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur; Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi ve sonar diriltilip yine öldürülmeyi ne kadar çok isterdim.”[17]

On beşinci edep: Komutanın ordusuyla istişarede bulunması:

Komutan ordunun/ askerî birliğin tümüyle veya aralarından kendilerinde yeterlilik ve ehliyet vasıflarını gördüğü kimseleri seçip istişarede bulunması önemlidir. Komutan, onlarla savaş için en iyi  planları yapma vb. işlerde istişarede bulunur. Eğer kendisinde bir fayda görürse, onlardan önemli görüş sahibi olan kimselerin görüşünde karar kılmasında bir sakınca yoktur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “ İşler konusunda onlara danış.”[18]  Peygamberimiz (s.a.s.), Bedir savaşında ashabıyla istişarede bulunmuş ve el-Habbâb b. El-Münzir’in (r.a.) görüşünde karar kılmıştır.

On altıncı edep: Komutanın gözcüleri ve casuslarını (cepheye) göndermesi gerekir :

Yani onlar (gözcüler ve casuslar), düşmanlarla ilgili haberleri araştırırlar. Bu husus, komutana savaş için uygun plan hazırlamada yardımcı olan işlerdendir. Peygamberimiz (s.a.s.), bunu yapmıştır. O (s.a.s.); “Buseyse’yi, Ebû Süfyân kervanının yaptıklarını gözlemlemek üzere gözcü olarak göndermiştir.”[19] Bu, modern savaşlarda son derece önemli ve neredeyse hiç bir ordunun vaz geçemeyeceği bir iştir.

    On yedinci edep: Düşmanla karşılaşmayı temenni etmemek gerekir:

Kişi, belki bu düşmanla imtihan ediliyordur, belki de (düşmanla) karşılaştığında sebat gösteremez, (dolayısıyla durumun gerçek mahiyetini) bilemez. Bu yüzden peygamberimiz (s.a.s.), düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyi yasaklamıştır. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur;“Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz. Karşı-laştığınızda da sabır gösteriniz.[20]

On sekizinci edep: Düşmana karşı güç gösterisinde bulunmak ve Ona karşı za’fiyet göstermemek gerekir:

Müslümanlarda zayıflık olursa, bunu düşmandan gizlemeleri ve ona karşı güç gösterisinde bulunmaları gerekir. Bu da modern araçlar ve güçlü savaşçıları ortaya koymak, yaşlıları geriye çekmek, gençleri öne almak vb. (işlerle olur). İşte bu, düşmanın moralına (olumsuz) etkide bulunur ve Müslümanların moralını yükseltir (iyileştirir).

On dokuzuncu edep: Savaştan önce dua etmek gerekir:

Peygamberimiz (s.a.s.), savaşa çıktığında şöyle derdi; “Allahım! Sen benim desteğimsin, yardımcımsın. Seninle güç buluyorum, seninle düşmana saldırıyorum ve seninle (senin sayende) savaşıyorum.[21]

   Yirminci edep: Savaşa günün başında veya öğleden sonra başlamak gerekir:

Peygamberimizin (s.a.s.) adeti böyle idi. Çünkü o: “ Gün başlarken savaşa başlamamışsa, onu öğleden sonraya erteler. Rüzgarlar estiğinde ve zafer indiğinde (savaşa başlardı).[22]

Yirmi birinci edep: Savaş esnasında Allah’ı zikretmek gerekir:

Yüce Allah, kullarına bunu emretmiştir. O şöyle buyurmaktadır; “ Ey iman edenler! Bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çokça zikrediniz. Umulurki kurtuluşa erersiniz.”[23] Savaş esnasında Yüce Allah’ı zikretmek, müminlerin yapması gereken en büyük ibadetlerden olup düşmanın karşısında sebatkâr olmalarında onlara yardımcı olacak şeylerdendir.

Yirmi ikinci edep: Savaşta sebatkâr olmak ve geri dönmemek (yani cepheden kaçmamak) gerekir:

Bu edep geçen ayette Yüce Allah’ın emrettiği gibi (gerekli olan edeplerdendir.) Müminin o anda (savaş esnasında) cennetin kılıçların gölgesinde olduğunu ve niyetinde samîmiyet üzere ölürse, cennete gireceğini bilmesi gerekir. Yüce Allah, savaş sırasında kaçarak geri dönenleri tehdit etmektedir. Bir âyette şöyle buyurmaktadır; “ Ey iman edenler! Toplu olarak kafirlerle karşılaştığınız zaman, artık onlara arkanızı dönmeyin (kaçmayın). Kim o gün, savaşmak için bir kenara çekilmek veya başka bir gruba katılmak üzere dönmesi dışında, onlara sırtını çevirirse, muhakkak Allah’ın gazabına uğramış olur. Ve onun varıp kalacağı yer cehennemdir. Orası, ne kötü varılacak bir yerdir!”[24]

Yirmi üçüncü edep: Düşmanla karşılaşma anında susup konuş-mamak gerekir:

Bu (tavır), savaşçının gayret ve azimetini daha çok toplamasına (yardımcı olur.) “Peygamberimizin (s.a.s.) ashabı, savaş sırasında ses çıkarmaktan hoşlanmazlardı.”[25] Ancak Allah’ı zikretme ve cihadın yararına olacak bir söz söyleme (buna dahil değildir). Bu ise güzel karşılanmıştır.

Yirmi dördüncü edep: Peygamberimizin (s.a.s.) hadisinde zikredilen sayıyı oluşturmaya gayret etmek gerekir:

Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur; “Sahabenin/ arkadaş-ların en hayırlısı dörttür. Seriyenin en hayırlısı dört yüzdür ve en iyi ordular dört bindir. On iki binlik bir ordu az olmasından dolayı asla yenilmeyecektir.”[26]  Bu sayı özellikle gerekli değildir. Fakat bu sayıları veya daha fazlasını temin etmek mümkün olursa daha iyi olur. Yirmi beşinci edep: Yalnız Yüce Allah’a tevekkül etmek ve Ona güvenmek ve ondan zafer ummak gerekir:

Ve zafer, sadece eşsiz olan ve ortağı bulunmayan Yüce Allah’tan gelir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “ Eğer Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiç kimse yoktur. Şayet sizi yardımsız bırakırsa, Ondan sonra size kim yardım edecek!? Müminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler.”[27] Yüce Allah başka bir âyette şöyle buyurmuştur: “… Zafer, ancak her şeye galip hüküm ve hikmet sahibi Allah katındandır.”[28] Öyle ise Müslümanın yalnız Allah’a güvenmesi ve ona dayanması gerekir. Asker sayısına ve sahip olduğu silahlara, dostların ordusuna değil veya bunun gibi başka şeylere de güvenmemelidir.

Yirmi altıncı edep: Müslüman Allah’ın dinini desteklemek niyetinde olmalı ve zafer kazanmayı istemelidir:

Kur’ân, bu zafere açıkça işaret etmiştir. Yüce Allah şöyle buyur-muştur: “ Ey iman edenler! Eğer siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.”[29]  Kim Allah’ın dinine yardım etme niyetinde samimi ise o, Yüce Allah’ın onu destekleyeceğine dair verdiği sözü hak eder.  Peygamberimiz (s.a.s.), bir adama şöyle demiştir: “ “Şayet sen Allah’a samimiyetle inanırsan, Yüce Allah da sana samimi davranır.”[30]

Yirmi yedinci edep:  Savaşta öldürülenlerin (düşmanların) ku-lak ve burunlarını kesmemek gerekir:

Peygamberimiz (s.a.s.), müşriklerden öldürülenlerden hiç kimsenin burun ve kulaklarını kesmemiştir. Bilakis peygamberimiz (s.a.s.), hadiste belirtildiği gibi: “ O (peygamberimiz), bizi sadaka vermeye teşvik ederdi. Müşriklerin ölülerinin burun ve kulaklarını kesmemizi yasaklardı.” [31] Savaşta öldürülen müşriklerin cesedini parçalamak, müminlerin yapa-cağı işlerden değildir. “El-Musle”den maksat: Ölülerin cesetlerini parçalamaktır. Yani burunlarını veya kulaklarını kesmek veya karınlarını yarmak veyahut da el ve ayaklarını kesmek ve benzeri operasyonları yapmaktır.

 

  Yirmi sekizinci edep: Kadınları, çocukları ve yaşlıları öldürme-mek gerekir:

Çünkü peygamberimiz (s.a.s.), bunları öldürmeyi yasaklamıştır. Peygamberimiz (s.a.s.), yaptığı savaşların birisinde öldürülmüş bir kadını görünce; “ Kadınları ve çocukları öldürmeyi yasaklamıştır.” [32]  Fakat bir kadın ya da yaşlı bir adam ya da başkaları (çocuklar) silaha sarılırsa ve Müslümanlarla savaşırlarsa, bu durumda onlarla savaşmak ve hatta onları öldürmek caizdir. Peygamberimiz (s.a.s.), bir savaşında öldürülmüş bir kadını görünce şöyle buyurmuştur: “Bu kadın savaşacak değildir.” Sonra ordu komutanı olan Halit b. Velide şöyle bir emir verdi. “Herhangi bir kadını ve köleyi öldürmeyiniz.”[33] Bu hadisten, savaşan kadınların öldürülmesinin caiz olduğu anlaşılıyor.

 

Yirmi dokuzuncu edep: Esirlere iyi muamelede bulunmak gere-kir:

Bu, Peygamberimizin (s.a.s.) ve ashabının uygulamasıdır. Yüce Allah da esirlere iyilikte bulunmayı tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Onlar, yoksula, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.”[34] Onların ihanetinden ve benzeri kötülüklerinden korkulmadığı sürece onlara iyi muamelede bulunmak gerekir.

Otuzuncu edep: Savaşta önemli işleri insanlar arasında paylaş-mak gerekir:

Bu görev dağıtımı, düşmanı gözetlemek ve onlar hakkında haber almak için yapılır.  Bir kısmı şoförler ve hizmetçiler için, bir kısmı da yaralıları tedavi etmek için, bir kısmı da savaşmak v.s. için görevlen-dirilir. Başarılı olmak için mutlaka askerleri düzenli bir şekilde görevlendirmek gerekir. Peygamberimiz (s.a.s.), cihad için ashabını saflar halinde düzenlerdi. Onların bir kısmını, malzemeleri taşımak, bir kısmını da pusu kurmak, bir kısmını da öncü birlik olmak v.s. için görev-lendiriyordu. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “ Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”[35]

Otuz birinci edep: Mücahidlerin fedakarlık ahlakı ile süslenme-leri gerekir:

Mücahid, kendi nefsini kardeşlerine tercih etmez. Bilakis sahabe’nin yaptığı gibi onları kendi nefsine tercih eder. Çünkü sahabe cihad ederken, onlardan bazıları çok ihtiyaç duyduğu halde, bir yudum suyu içmede bile arkadaşlarını kendi nefsine tercih ederdi. Hatta sahabeden bazıları; Yermuk savaşında çok ihtiyacı olmasına rağmen o su içmedi ve arkadaşına verdiler ve böylece susuzluktan dolayı şehit oldular.

 

       Otuz ikinci edep: Müslümanlar tarafından fethedilen ülkelerde bozgunculuğun/ yolsuzluğun olmaması gerekir:

Şüphesiz ki; Yüce Allah, bir ülkeye karşı yapılan savaşta mücahid-lere yardım ettiğinde ve onları muzaffer kıldığında onlar, o ülkede boz-gunculuk yapmadılar veya kimsenin mallını gasp etmediler, çalmadılar veya herhangi bir şeyi yakmadılar. Fakat onlar, ganimetleri topladılar ve güven içinde amirlerine teslim ettiler ki böylece o amirler de Yüce Allah’ın yasalarına göre ganimet mallarını mücahitler arasında bölüş-tüler.

Otuz üçüncü edep: Mücahitlerin ganimet mallarında hıyanet etmemeleri gerekir:  

Ğülûl: devlet başkanı veya vekilinin ganimet mallarını bölüşmeden önce, mücahidin ganimet mallarını almasıdır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “… Kim ganimette hıyanet ederse, kıyamet gününde hıyanet ettiği şeyle gelir.”[36]  Peygamberimiz (s.a.s.), ganimet malından bir pelerin alan ve öldürülen bir hizmetçisi için şöyle buyurmuştur: “Hayber savaşında henüz paylaşılmadan aldığı pelerin, (ahirette) ateş tutuşarak onu (alan kimseyi) yakacaktır.”[37]

Otuz dördüncü edep: Yağmalamamak gerekir:

En-Nuhbâ: Bu, zafer kazanırken düşman ülkesinde bulunan yiye-cekleri almak ve paylaşılmadan önce yalnız başına ondan faydalanmak-tır. Özellikle bu davranış açlık ve bitkinlik sebebiyle olursa yasaktır. Peygamberimiz (s.a.s.), bir hadiste şöyle buyurmuştur: “ Şüphesiz ki en-nuhbe (fethedilen ülkede yiyecekleri paylaşmadan almak), leşten daha helal değildir.”[38]Abdurrahman bin Semüre’den rivâyet edilen bir hadiste peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Peygamberimizin en-Nuhbâ’yı (fethedilen ülkede paylaşılmadan önce yiyecekleri almayı) yasakladığını duydum.” [39]

Müslümanların savaşırken bu edebe uymaları gerekir.

 

Otuz beşinci edep: Güvence verilen sığınmacı kadın olsa bile, onu öldürmemek gerekir:

Bir Müslüman, müşrik birisine güvence verdiği zaman hiçbir kimsenin onu öldürmesi caiz değildir.  Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.), bu konuda şöyle buyurmuştur: Müslümanların canları ve kanları birbirine eşittir, kamu adına ötekilere verilecek güvenceyi (zimmet akdini) sıradan bir mümin de verebilir ve bu herkesi bağlar. Müminler, ötekine karşı tek bir el gibidirler.[40] Ümmü Hâni, müşrik bir adama güvence verince peygam-berimiz (s.a.s.), ona şöyle buyurdu: “Senin güvence verdiğin kimseye biz de güvence verdik.”[41] Ebû Dâvud’da; “ Ve bir bayanın güvence verdiği kimseye biz de güvence veririz.”  ilâvesi mevcuttur. Hz. Aişe (r.a.) şöyle demiştir: “Şayet bir kadın, müminler adına güvence verirse, bu caizdir/ geçerlidir.”[42]

    Otuz altıncı edep: Verilen sözde durmak ve anlaşmayı bozma-mak gerekir:

Müslümanlar, düşmanlarıyla bir konuda anlaştıkları zaman ve bu konuda birbirine söz verdiklerinde bu anlaşmayı bozmaları caiz değildir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “… Şüphesiz ki; Allah hainleri sev-mez.”[43] Peygamberimiz (s.a.s.), bir hadiste şöyle buyurmuştur: “ Şüp-hesiz ki; kıyamet günü anlaşmayı bozan kimse için bir sancak dikilecek ve bu falan oğlu falanın vefasızlık sancağıdır, denilecektir.”[44]

 Peygamberimiz (s.a.s.), başka bir hadiste şöyle buyurmuştur: Bir kavim ile arasında anlaşma bulunan, anlaşma müddeti bitmeden veya karşılıklı iptal edilmeden ne bir düğüm atsın, ne de çözsün. (Yani ne anlaşmayı bozsun ne de karşı bir anlaşma yapsın.”[45]

 

 Otuz yedinci edep: Ordu düşmanla bir konuda veya belirli bir kararda anlaşma yaptığı zaman (bu anlaşmayı bozmamak) gerekir:

Devlet başkanının onları, Allah’ın ve peygamberinin hükmüne bağlı kalmaya zorlaması gerekmez. Çünkü o, bazen hata eder, bazen de kara-rında isabet edebilir. Ancak onlardan (anlaşma yaptığı düşmanları) kendi verdiği karara uymalarını ister. Onlara Allah’ın ve peygamberinin verdiği güvenceyi veremez. Bilakis kendisinin ve arkadaşlarının güven-cesine uymalarını ister. Çünkü peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyur-muştur: “ … Sen bir kale halkını kuşatırsan, onlar da senden Allah’ın ahdini ve peygamberinin ahdini kendilerine bağışlamasını dilerlerse, onlara ne Allah’ın ahdini ver; ne de Peygamberinin ahdini! Fakat onlara kendi ahdini ve arkadaşlarının ahdini ver! Çünkü sizin kendi ahitlerinizi ve arkadaşlarınızın ahitlerini bozmanız, Allah’ın ve peygamberinin ahdini bozmaktan daha basittir.

Bir kale halkını kuşatır da onlar senden kendilerine Allah’ın hükmü-nü tatbik etmeni isterlerse, onlara Allah’ın hükmünü tatbik etme! Fakat onlara kendi hükmünü tatbik et! Zîrâ Allah’ın onlar hakkındaki hükmüne isâbet edip etmeyeceğini bilmezsin![46]

Otuz sekizinci edep: Savaş anında sırt çevirmemek veya savaştan kaçmamak gerekir:

Savaşmak için cephede hazır olan veya düşmana saldırmak üzere olan birlikte bulunan her Müslümanın üzerine savaşta sebat göstermesi ve iki saf (dost ve düşman) karşılaştığı zaman kaçmaya teşebbüs etme-mesi veya savaş şiddetlendiğinde kaçmaması gerekir. Çünkü bu kaçış, çok tehlikeli bir davranıştır ve büyük günahlardandır. Savaş meydanın-dan kaçan kimse Allah katında en büyük azabı hak eder. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “ Ey iman edenler! Toplu olarak kâfirlerle karşılaş-tığınız zaman, sakın onlara sırtlarınızı çevirmeyin (kaçmayın). Kim o gün, savaşmak için bir kenara çekilmek veya başka bir birliğe katılmak (gibi bir amaç) dışında, onlara sırtını çevirirse muhakkak Allah’ın gazabına uğramış olur. Onun varıp kalacağı yer cehennemdir. Orası ne kötü varılacak bir yerdir!”[47] Peygamberimiz (s.a.s.), savaşta cepheden kaçmayı, helak edici büyük günahlardan saymıştır. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “ Helak edici yedi büyük günahtan sakı-nınız.” Ona; Ey Allah’ın elçisi! Onlar nelerdir? diye sorulduğunda şöyle buyurdu: “  Allah’a şirk koşmak, sihir, Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmek, yetimin malını yemek, faiz yemek, cihad’dan kaçmak, hiçbir şeyden habersiz namuslu mümin kadınlara zina iftirasında bulunmak.”[48] Böylece peygamberimiz savaşta cepheden kaçmayı büyük günahlardan saymıştır.  Bu kaçışla, Müslüman ordusunun morali bozulur ve düşmanlar cesaret kazanır. Bu kaçış, Yüce Allah’ın en çok sevdiği yerden kaçmak olduğu için en büyük günahlardandır.

Otuz dokuzuncu edep: Düşmanı şu üç şeye çağırmak:

Bunlar peygamberimizin (s.a.s.), ashabına verdiği talimata uygun-dur. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “ …. Sen müşriklerden olan düşmanınla karşılaştığın zaman onları üç haslete (veya güzel huya) da’vet et!  Bunların hangisinde sana icabet ederlerse onu kabul et ve kendilerini (serbest) bırak!  Sonra: Onları İslam’a dâvet et! Şayet sana icabet ederlerse onu kabul et ve kendilerini (serbest) bırak! Eğer bunu kabul etmezlerse, onlardan cizyeyi (vergiyi) iste! Şayet sana icabet ederlerse onu kabul et ve kendilerini (serbest) bırak! Kabul etmezlerse, artık Allah’tan yardım dileyerek onlarla savaş.”[49]

Kırkıncı edep: Zaferden sonra düşmanın toprağında ikamet etmek gerekir:

Bu, Müslümanların gücünü açıkça göstermek ve onların saygınlığını ortaya koymak için önemli bir uygulamadır. Düşmanın topraklarında İslam’ı yaymak için bir fırsattır. “Peygamberimiz (s.a.s.), düşmanı yendiği zaman onların arazisinde üç gün ikamet ediyordu.” [50] İbn Hacer şöyle demiştir: ” Muhallab demiş ki; Fethedilen yerde konaklamanın hikmeti; (binek hayvanların) sırtının rahatlaması ve mücahitlerin dinlenmesi içindir. Hiç şüphe yoktur ki peygamberimizin orada ikamet etmesi; düşmandan ve gece baskınından kendisi güven içinde hissettiği zaman için geçerlidir. İkametin üç gün ile sınırlı olmasından anlaşılıyor ki; dördüncü gün de ikamet sayılır. İbnu’l-Cevzî şöyle demiştir:  Peygamberimizin fethettiği yerde ikamet etmesi, düşmanı yenmesinin etkisin göstermek, şer’î hükümleri uygulamak ve az kutlama yapmak için idi. Sanki efendimiz onlara şöyle demek istemiştir:  Sizden kimin gücü varsa bizim yanımıza dönsün. İbnu’l-Münir şöyle demiştir: Peygam-berimizin orada ikamet etmesinden maksadı şu olabilir: İçinde günâh işlenen topraklarda, zikir ederek müslümanların dinî sloganlarını ortaya koyarak ve Allah’a itaat ederek o araziye ziyafet vermek gibidir. Bu ikamet ziyafet yerine geçerse, orada üç gün ikamet etmek uygun olur. Çünkü (İslama göre) ziyâfet/ misafirperverlik üç gündür.” (nakil bitti).[51]

 Kırk birinci edep: Esirlerden anne ve çocuğunu birbirinden ayırmamak gerekir:

Müslümanlar, savaşta müşrikleri esir aldıklarında anne ve çocuğunu birbirinden ayırmaları caiz değildir. Çünkü bu durum, anneye acı çektirir. Ve: “Peygamberimiz (s.a.s.), Hz. Ali’yi bir cariye ve çocuğunu birbi-rinden ayırırken bunu yapmasına engel oldu ve bu alışverişi iptal etti.”[52] Yüce dinimizin gösterdiği ahlak ve edepler ne kadar büyüktür. Fakat zamanımızda medeniyetli olduklarını iddia eden Yahudi ve Hrıstiyanlar ve diğer milletler, çocuğu annesinin gözü önünde kesmekten sakın-mazlar. Onlar, buna rağmen Müslümanları vahşilik ve barbarlıkla itham ediyorlar. Fakat gerçekten onlar bu vasıfları taşıyorlar. Gerçekten onların, Filistinde, Kosova’da, Bosna-Hersek’te, Çeçenistan’da, Afga-nistan’da, Irak’ta ve diğer yerlerde işledikleri cinayetler onların vahşilik ve barbarlıklarına şahitlik eder.

Kırk ikinci edep : Zafer anında Allah’a hamd etmek gerekir:

Zaferin Allah’tan geldiğini kabul etmek gerekir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “And olsun ki; Allah, bir çok yerde size yardım etmiş-ti.”[53] Yüce Allah başka bir ayette şöyle buyurmuştur:  “ Nice az sayıdaki gruplar Allah’ın izni ile kalabalık grupları yenmiştir. Allah, sabreden-lerle beraberdir.” [54] Öyle ise zaferi ancak Allah’a nispet etmek gerekir.  Zaferden dolayı mutlaka Yüce Allah’a teşekkür etmek ve onu övmek gerekir.

Kırk üçüncü edep: Zafer kazanıldığında Allah’a şükür etmek için secde etmek gerekir:

Çünkü peygamberimiz (s.a.s.) : “ Kendisine sevindirici bir haber geldiğinde veya sevindirici bir haberle müjdelendiğinde Allah’a teşekkür etmek için secdeye kapanırdı.”[55]  Bu davranış, Yüce Allah’ın huzurunda boyun eğmektir ve Onun gerçekten nimet, lütuf ve üstünlük sahibi olduğunu ikrar etmektir.

 Kırk dördüncü edep: Komutanın zafer kazandığına dair Müslümanlara bir müjdeci göndermesi gerekir:

Yüce Allah, Müslümanlara zaferi nasip ettiğinde; Müslümanlara ordunun zaferini müjdeleyen birisini onlara göndermek gerekir. Çünkü peygamberimiz (s.a.s.) : “ Cerîr b. Abdullahı, meşhur bir put olan “Za’l-hulse” ismindeki putu yakmak üzere gönderdiğinde,  Cerîr, onu yaktıktan sonra peygamberimize müjde vermek üzere bir adamı gönderdi.”[56]  Savaşta zafer kazanıldığında (yetkiliye) müjde göndermek Müslüman-ların geleneklerinden idi. Zamanımızda ise çeşitli medya araçları ile zaferi ilan etmek gerekir.

Kırk beşinci edep: Mücahitler savaştan döndüklerinde şehir halkının onları karşılamak için çıkmaları gerekir:

Mücahitleri karşılamak, peygamberimiz (s.a.s.) döneminde bilinen bir gelenek idi. Çünkü peygamberimiz (s.a.s.): “Tebuk savaşından Medine’ye gelince, insanlar “Seniyetu’l-vedâ’” tepesi yanında onu karşıladılar.”[57]

El-Mühelleb şöyle demiştir: “Yolcuları, cihad’dan ve hacdan dönenleri sevinç ve neşe ile karşılamak bilinen bir adettir. Ve iyi gelenek-lerden bir gelenektir.”[58]

Bunlar, cihadla ilgili Yüce Allah’ın bize toplamasını kolaylaştırdığı edeplerdir. Bunların sayısı kırk beş edeptir. ‘Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.[59]

[1]Tevbe suresi, 9: 41.

[2]Mâide suresi, 5:35.

[3] – Buhârî, Sahîh, (No: 123, 2810); Müslim, Sahîh,  (No: 1904). Bu hadis, Ebû Musâ’dan rivâyet edilmiştir.

[4] – Buhârî, Sahîh, (No: 3123, 7475,7463); Müslim, Sahîh,  (No: 1876). Bu hadis, Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmiştir.

[5] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3:76; Ebu Dâvud, Sünen, (No:2530); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:104 ve diğerleri. El-Hâkim bu hadisin “sahîh” olduğunu belirtmiştir. Bu hadis, Ebû Sa’id’den rivâyet edilmiştir. El-Elbânî, Sahîhu’l-câmi’, (No: 892).

[6] – Buhârî, Sahîh, (No: 2808). Bu hadis el-Berrâ’dan rivâyet edilmiştir. Buharî bu konuda “Savaşmadan önce salih bir amel işlemek” ismiyle bir bab başlığı açmıştır.

[7] – İbnu Hacer, Fethu’l-bârî, 6:26. Bu hadis, Ebu Derdâ’dan rivâyet edilmiştir.

[8]Enfâl suresi, 8/60.

[9]– Müslim, Sahîh,  (No: 1017). Bu hadis, ‘Ukbe b. ‘Âmir’den rivâyet edilmiştir.

[10] – Buhârî, Sahîh, (No: 2843); Müslim, Sahîh,  (No: 1895). Bu hadis Zeyd b. Hâlit’ten rivâyet edilmiştir.

[11] – Buhârî, Sahîh, (No. 2947);  Müslim, Sahîh, (No: 2769). Bu hadis, Ka’b, b. Mâlik’ten rivâyet edilmiştir.

[12] – Buhârî, Sahîh, (No. 3030);  Müslim, Sahîh, (No: 1739). Bu hadis, Câbir’den rivâyet edilmiştir. Bu mütevâtir bir hadistir.

[13] – Bakınız seferle ilgili edeplerden on birinci edep.

[14] – Ebu Davud, Sünen, (No: 2601); el-Hakim, el-Müstedrek, 2:98, el-Hakim bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir. Bu hadis, Abdullah b. Yezid’den rivâyet edilmiştir. Bkz., el-Elbânî, Sahîhu’l-câmi’, (No: 4657).

[15] -Müslim, Sahîh,  (No:1730). Bu hadis, Büreyde’den rivayet edilmiştir.

[16] Tevbe suresi, 9/25-26.

[17] – Buhârî, Sahîh, Cihad, 7 (No: 2797);  Müslim, Sahîh, (No:1876). Bu hadis,  Ebû Hureyre’den rivâyet edilmiştir.

[18]Âl-i İmrân suresi, 3/159.

[19] – Müslim, Sahîh, (No:1901). Bu hadis, Enes’ten rivayet edilmiştir. Söz konusu sahabenin ismi, “Besbes” olduğu söyleniliyor. Doğrusunu Allah bilir.

[20] – Buhârî, Sahîh, (No:3026); Müslim, Sahîh, (No:174). Bu hadis, Ebû Hüreyre’den rivayet edilmiştir.

[21] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3: 184; Ebû Dâvûd, Sünen, (No:2632); et-Tirmîzî, Sünen, (No:3584), Tirmizî, bu hadisi “hasen” olarak değerlendirmiştir; İbn-i Hibbân, el-İhsân fî Sahîhi İbn Hibbân, (No:4741). İbn Hibbân, bu hadisi, Enes’den rivayet etmiştir;  el-Elbânî, Sahih-u Ebî Dâvûd, (No:2291).

[22] Ebû Dâvûd, Sünen, (No: 2655), Ebû Dâvud bu hadisi, en-Nu’mân b. Mukrin’den rivayet etmiştir; El-Elbânî, Sahîh-u Ebî Dâvûd, (No: 2313).

[23]Enfâl suresi, 8/45.

[24]Enfâl suresi, 8: 15-16.

[25] Ebû Dâvûd, Sünen, (No: 2656); Bu hadis, Kays b. Abbâd’dan rivayet edilmiştir; el-Elbânî,  Sahîhu Ebî Dâvûd, (No: 2314).

[26] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1:299; Ebû Dâvûd, Sünen, (No: 2611)); et-Tir-mizî, Sünen, (No: 1555), et-Tirmizî bu hadisin “hasen” olduğunu belirtmiştir; ed-Dârimî, Sünen, 2: 215; el-Hakim, el-Müstedrek, 1: 433, 2/101; İbn Hibbân, el-İhsân, (No: 4697); İbn Huzeyme, Sahîh, (No: 2538); İbn ‘Adî, el-Kâmil, 2:427, Bu hadis, İbn Abbâs’tan rivâyet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvûd, (No: 2275).

[27]Âl- i İmrân suresi, 3: 160.

[28]Âl-i İmrân suresi, 3: 126.

[29]Muhammed suresi, 47: 7.

[30] – en-Nesâî, Sünen, 4: 60,61; el-Hakim, el-Müstedrek, 3: 596. Bu hadis, Şeddâd b. El-Hâdi’den rivâyet edilmiştir ; el-Elbânî, Sahîhu’n-Nesâî, (No: 1845).

[31] – Ebû Dâvûd, Sünen, (No: 2667), bu hadis, ‘İmrân b. Huseyin’den rivâyet edilmiştir ; el-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No: 2322).

[32] – Buhârî, Sahîh, (No: 3014); Müslim, Sahîh, (No: 1744). Bu hadis, İbn Ömer’den rivâyet edilmiştir.

[33] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3: 488; Ebû Dâvûd, Sünen, (No: 2669); İbn Mâce, Sünen, (2842); el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:122, el-Hakim bunun “sahih” bir hadis olduğunu belirtmiştir. Et-Tahâvî, Şerhu Me’âni’l_âsâr, 3: 222. Bu hadis, Rebâh b. Rebî’den rivâyet edilmiştir. El-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No: 2324).

[34]İnsan suresi, 76/8.

[35] – Saff suresi, 61: 4.

[36]Âl-i İmrân suresi, 3: 161.

[37] Buhârî, Sahîh, (No: 6707); Müslim, Sahîh, (No: 115). Bu hadis, Ebû Hüreyre’den rivayet edilmiştir.

[38] – Ebu Dâvûd, Sünen, (No: 2705). Bu hadis, Ensâr’dan bir adamdan rivayet edilmiştir: el-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No: 2354).

[39] – Ebu Dâvûd, Sünen, (No: 2703). Bu hadis, Abdurrahman b. Semere’den rivayet edilmiştir: el-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No: 2352).

[40] – Ebû Dâvud, Sünen, (No: 4530); en-Nesâî, Sünen, 8: 24; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2: 141. el-Hâkim, bu hadisin “sahih” olduğunu belirtmiştir. Ez-Zehebî de onun bu görüşüne katılmıştır. Bu hadis, Hz. Ali’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’l-câmi’, (No: 6666).

[41] – Buhârî, Sahîh, (No: 357);  Müslim, Sahîh, (No: 336). Bu hadis, Ümmü Hânî’den rivayet edilmiştir.

[42] – Ebû Dâvûd, Sünen, (No: 2764). Bu hadis, Hz. Âişe’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’l-câmi’, (No: 2402).

[43]Enfâl suresi, 8:58.

[44] – Buhârî, Sahîh, (No: 6178); Müslim, Sahîh, (No: 1735), Bu hadis, (Abdullah) İbn Ömer’den rivayet edilmiştir.

[45] – Ebu Dâvûd, Sünen, (No: 2759), Bu hadis, ‘Amr b. ‘Abese’den rivayet edilmiştir;  el-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No: 2397).

[46] – Müslim, Sahîh,  (No: 1730). Bu hadis, Büreyde’den rivayet edilmiştir.

[47]Enfâl suresi, 8:15-16.

[48]– Buhârî, Sahîh, (No: 2766, 5764, 6857); Müslim, Sahîh, (No: 89), Bu hadis, Ebû Hüreyre’den rivayet edilmiştir.

[49] – Müslim, Sahîh,  (No:1730). Bu hadis, Büreyde’den rivayet edilmiştir.

[50] – Buhârî, Sahîh, (No: 3065 ); Müslim, Sahîh,(No: 2875), Bu hadis, Ebû Talha’dan rivayet edilmiştir.

[51]– İbnu Hacer, Fethu’l-bârî, 6:210. İhtifalın/kutlamanın anlamı: düşmanın dikkatını çekmektir.

[52]-Ebu Dâvud, Sünen, (No:2696 ), Bu hadis, (Hz.) Ali’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No: 2345).

[53] – Tevbe suresi, 9: 25.

[54]Bakara suresi, 2: 249.

[55]-Ebu Davud, Sünen, (No: 2774 ). Bu hadis, Ebû Bekre’den rivayet edilmiştir. ; el-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No: 2412).

[56]-Buhârî, Sahîh, (No: 4357 ); Müslim, Sahîh, (No: 2476, Bu hadis, Cerîr’den rivayet edilmiştir.

[57] – Buhârî, Sahîh, (No: 3082), bu hadis es-Sâib b. Zeyd’den rivayet edilmiştir.

[58] – Ebû Dâvud, Sünen, 3:219. (Bu bilgi dipnotta geçmektedir.)

[59] Daha fazla bilgi için bkz. : İbnu Hacer, Fethu’l-bârî, 6:5 ve devamı; Nevevî, Sahihu Müslim şerhi, 12:53 ve devamı; İbn Hibbân, el-İhsân bi tertibi Sahîhi İbn Hibbân, 7:56 ve devamı;  İbnu’l-Esîr, Câmi’u’l-usûl, 2: 563 ve devamı; İbn Ebî ‘Âssım, el-Cihâd; el-Fâsî, Cem’u’l-fevâid, 2:5 ve devamı; el-Beğavî, Şerhu’s-sünne, 10:345 ve devamı ve diğer kaynak eserler.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.