BİRİNCİ BÖLÜM
FETVA EDEPLERİ
Muhakkak ki; Allah’ın dini hakkında bilgi sahibi olmak, onu doğru bir şekilde insanlar arasında yaymak, haram ve helal konusunda insanlar arasında fetva vermek ve muhtelif meselelerde Allah’ın hükmünü beyan etmek en önemli işlerden, şanı en yüce olan işlerden ve değer olarak en yücesindendir. Allah’ın hükümlerini insanlar arasında yerleştirmek veya onları terk etmek, bu hükümleri başkasıyla değiştirmek ve insanların doğru yoldan çıkmaları fetva vermeye dayanır. Bu iş gerçekten çok önem arz etmektedir. İnsanlara, fetva vermeye ehil olmayana ve fetva araçlarıyla mücehhez olmayana kadar fetva vermeye yönelmek caiz değildir. Aksi takdirde bu durum, ancak cehaletin ve delaletin yayılmasına sebep olur. Fetva vermekle ilgili bazı edepler vardır. Bunların bir kısmı fetva isteyenle ilgili olup diğer bir kısmı fetva veren kişi ile alakalıdır. Ben Allah’ın yardımıyla bunlardan bir kısmına işaret edeceğim. Şöyle ki:
BİRİNCİ KISIM
FETVA İSTEME EDEPLERİ
Birinci edep: İyi niyetli olmak:
Fetva isteyen kişinin, fetva verene gittiğinde, bu konuyu araştırması, sorduğu sorularıyla ve gidişiyle helal ve haram konusunda bilmediği bilgileri elde etme niyetinde olması gerekir. Bununla, şer’î olarak kendisine lazım olan şeyin ortaya çıkmasından hareket ederek Allah’ın rızasını, sevgisini kazanma ve yerine getirmesi gerekli olan hakları düşünerek kendini temize çıkarma niyetinde olmalıdır. Böylece fetva isteyen kişi, âlimden bir konuyu araştırması, ona gidişi ve ona soru soruşu -bilindiği gibi ameller niyetlere göredir- sebebiyle sevap da kazanır.
İkinci edep: İlmi ve takvası ile tanınan bir âlimin seçilmesi:
Dînî işleri ile ilgili olarak fetva isteyen kişinin; takvası, diyaneti iyi olan, salih ameli ile tanınan ve en azından sorulan konu ile ilgili olarak şer’î bir meselede ilimde derinlik sahibi olan bir âlimi seçmesi gerekir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “…Eğer bilmiyorsanız zikir (ilim) sahiplerine sorun.”[1] Bir insanın dînî bilgilerini kimden alacağına bakması gerekir. Çünkü bunlar dînî konulardır. İbn Sîrîn (r.a.) şöyle demiştir: “Muhakkak ki bu (hadis) ilmi, dindir. Öylleyse dininizi kimlerden alacağınıza dikkat ediniz.”[2] Fetva isteyen kişinin cahile ve günahkâr olana sormaması gerekir. Bilakis dindar, takvalı ve dürüst bir âlimi araştırması gerekir.
Üçüncü edep: Meydana gelmeyen durumlar için soru sormaması gerekir:
Fetva isteyen kişinin, daha gerçekleşmemiş ve vücuda gelmemiş olan durumlar için soru sormamalıdır. Seleften birçok kişi bunu yasaklamıştır. Bilâkis bilfiil meydana gelmiş olan şeyler için sormalıdır. Bunun üzerine (gerçekleşmiş olan olayın) hükmünü sorar. Meydana gelmemiş olaya gelince, soran kişinin onun meydana gelmesini beklemesi dışında, onunla ilgili soru (fetva) sormasında herhangi bir fayda ve maslahat yoktur.
Dördüncü edep: Sorulan soru konusunda güvenilir ve titiz olması gerekir:
Bir mesele konusunda, bir iş ile ilgili olarak fetva isteyen ya da herhangi bir olay konusunda bir âlime soru soran her kişinin sorusunda güvenilir ve titiz olması gerekir. Fetva istediği kişiye bu olayda gerçekleşen her şeyi bütün incelikleriyle ve tam bir doğruluk içinde açıklamalıdır. Olayı müftüye, öyle bir açıklıkla açıklamalıdır ki olayın şeklini tam tasvir etmelidir. Böylece müftü de şer’î hükmü doğru bir şekilde açıklayabilsin. Olayı doğru bir şekilde ve detaylı bir şekilde açıklaması, fetvanın kendisi aleyhine olmasını gerektirecek şekilde bile olsa, sorduğu soruda bu titizliği ve doğruluğu elden bırakmamalıdır. Olayın detaylı anlatılmasından geriye bir şey bırakmaması gerekir. Bütün bunlar gerekli olan şer’î emanetlerden-dir. Burada söylenenler, yüce Allah’ın aşağıdaki ayette belirttiği konuya girmektedir: “Ey iman edenler! Adâlleti tam yerine getirerek Allah için şâhitlik edenler olun, kendinizin, ana-babanızın ve en yakınlarınızın âley-hinde bile olsa. (haklarında şâhitlik ettiğiniz kimseler) zengin ve fakir de olsalar, Allah onlara daha yakındır…..”[3] Soru soran kişi, sorduğu soru konusunda doğruluğu, titizliği ve detaylı anlatmayı elden bıraktığı zaman, gerçeğe aykırı bir şekilde bir kararın verilmesine sebep olur. Böylece hak sahibinin hakkı zayi olmuş olur ve hak etmeyene gider. İnsanlar nezdinde işin hakikati gizlenmiş olur.
Beşinci edep: Soru sormayı detaylı anlatmak gerekir:
Bu durum soru soran kişiyi ilgilendirir. Çünkü o, bir mesele konusunda bir âlimin yanına fetva istemek amacıyla geldiğinde, onun meseleyi, müftüye işin iç yüzü tam ve detaylı bir şekilde ortaya çıkacak şekilde açıklaması gerekmektedir. Bu durum, olayın tam bir şeklinin müftünün önünde netleşinceye kadar devam etmelidir ki; müftü o mesele konusunda sağlıklı ve gerçeğe uygun bir fetva verebilsin. Bunun sebebi şudur ki; bazen fetva, konuyla ilgili sınırlı olarak yapılan açıklamalara göre verilir. Veya bu sınırlı bilginin açıklanmaması, fetvanın değişikliğine ve olması gereken doğruluk sınırından çıkmasına sebep olur.
Altıncı edep: Bazı âlimlerin sözlerini bırakıp diğerlerinin sözleriyle amel etmemek gerekir:
Bu, şundan dolayıdır ki; bazı insanlar fetva için herhangi bir meselede bir âlime gittiğinde, ondan aldığı fetva hoşuna gitmediğinde ya da arzu ve hevesine göre olmadığında, aynı mesele konusunda fetva için başka bir âlime yönelir. Sonra da âlimlerin sözleri birbiriyle çelişir. Bu, doğru bir şey değildir. Bu, onun arzu ve hevesine uyduğuna ve söz konusu meselede gerçeği araştırma konusundaki samimiyetsizliğine ve doğru olmadığına delildir.
Yedinci Adap: Ruhsatların peşine düşmemesi gerekir:
Bu durum, fetva almak isteyen kimsenin hakkı ile ilgilidir. Bir kişinin (fetva konusunda) ruhsatların peşine düşmesi caiz değildir. Şöyle ki: o, belli bir âlime gider ve ona bir mesele hakkında sorar, verilen fetva onu tatmin etmezse başka bir âlime gider. Eğer gittiği âlim onun hevesine uygun fetva verirse kabul eder, hevesine uygun fetva vermezse onu red eder ve üçüncü bir âlime gider. Bu, böyle devam eder. Böyle bir şey caiz değildir. Bu durum, fetva isteyen kişinin arzu ve hevesine uygun davrandığının delilidir. Dînî hükmü, ancak arzu ve hevesine uygun olduğu zaman kabul eder. Bu tür şeyler, kişinin niyetinin bozuk, dindarlığının kötü ve vicdansız olduğunun delilidir.
Bunlar fetva istemenin edeplerinin özetidir. Ve yedi edepten oluşmak-tadır.
İKİNCİ KISIM
FETVA VERME EDEPLERİ
Birinci edep: Niyetinde samîmî olmak :
Muhakkak ki Allah’a karşı samîmî olmak, bütün amellerin kabul edilmesinin şartıdır. Allah’a karşı samîmî olmak; şer’î ilmin yayılması, eğitimi ve insanlara öğretilmesinde en çok ihtiyaç duyulan amellerdendir. Ortaya çıkan meselelerde fetva vermek ve bütün işlerde Allah’ın ve peygamberinin hükmünün insanlara bildirilmesi bu amellere dâhildir. Müftü, belli bir mesele ile ilgili cevap vermeden önce fetvası ile ilgili olarak iyi niyetini göz önünde canlandırmalıdır. Böylece fetvası ile insanlara Allah’ın hükmünü açıklama, aralarındaki çekişmeye son verme, bir meşe-lede onları doğru hükme ulaştırma ve Allah’ın rızasını gözeterek onun hükmünü insanlar arasında uygulama konusunda Ondan yardım dileme niyetinde olduğunu gösterir.
İkinci edep: Bilmeden fetva vermemek :
Bu, fetva ile ilgili olarak işlerin en önemlisi ve en çok dikkat edilmesi gereken husustur. Müftünün ancak bilgisi olduğu konularda konuşması gerekir. Kendisinde Allah’ın şeriatından kesin bir delil olmadan cevap vermemelidir. Çünkü müftü, insanlar arasında bilgisi olmadan hükmettiği zaman haktan sapar ve insanları da kendisi ile birlikte saptırır. Hz. Muhammed (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allah, ilmi kullarının arasından çekip almaz, bilakis âlimleri(n ruhunu) almak suretiyle alacaktır. Sonunda hiç âlim bırakmaz. İnsanlar da bir takım cahil kimseleri (gerçekte cahil, görünürde âlim kişileri) kendilerine önder edinirler. Bu cahillere bir takım sorular sorulur, onlar da bilgisizce fetva verirler. Böylece hem kendileri sapar, hem de insanları sapıtırlar.”[4] Bu tür şeyler din ve dünya ile ilgili muhtelif açılardan insanları sapıtan fetvaların yayılmasının en önemli sebeplerindendir. Bu uygulama, İslam âleminin dört bir tarafına yayılmış bir durumdadır. Güç ve kuvvet, sadece Yüce ve Büyük olan Allah’a aittir.
Üçüncü edep: Allah’ın ve peygamberinin hükümlerine uygun fetva vermek gerekir:
Allah’ın ve peygamberinin hükümlerine uygun hüküm vermek: Bu, her âlim ve müftünün üzerine farz olan en büyük farzlardandır. Gerçek müftü ve âlimlere belli olduktan sonra bu hükme aykırı davranmak onlara helal değildir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ona dedik ki: “Ey Dâvûd! Ger-çekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet. Heva ve hevese uyma! Yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz ki Allah’ın yolundan sapanlar için hesap gününü unutmaları sebebiyle şiddetli bir azap vardır.” [5] Fetva insanlar arasındaki hükümlerden bir hükümdür. Başka bir ayette yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz biz, içinde bir hidayet ve bir nur bulunan Tevrat’ı indirdik. (Allah’a) tam bir teslimiyetle uyan peygamberler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi. Rablerine samîmî olarak kulluk eden kimseler ve âlimler de Allah’ın kitabını korumakla mükellef olduklarından dolayı onunla hüküm verirlerdi ve hepsi onun (Allah tarafından gönderilmiş olduğu) üzerinde şahitlik eder (ve tahrif edilip değiştirilmemesi için onu gözetirlerdi). O hâlde, siz de insanlardan korkmayın, benden korkun! Âyetlerimi az bir değere satmayın! Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”[6]
Müftü, insanlar arasında Allah’ın ve peygamberinin hükmünden bildiğine aykırı bir fetva verdiğinde Allah’ın şeriatına aykırı davranmış olur. Bu, caiz değildir. Çünkü Allah’ın şeriatını ve hükmünü değiştirmek büyük bir küfürdür.
Dördüncü edep: Fetva verirken detaylı bir şekilde cevap vermek :
Müftü, herhangi bir soruya cevap verdiğinde cevabının detaylı olması gerekir. Bu husus, fetvada hoş görülen ve tavsiye edilen şeylerdendir. Bu durum, soru soran kişinin tekrar soru sorma ihtiyacı duymaması; cevap konusunda herhangi bir kapalılık hissetmemesi; sorduğu soru hakkında değil de sanki başka bir meseleden bahsediliyormuş hissine kapılmaması ve sorusunun cevabının doğru bir şekilde açıklanmadığı düşüncesine kapılma-ması açısından gereklidir.
Müftünün sorulandan daha fazlasına cevap vermesinde herhangi bir sakınca yoktur. Böylece müftü, fetva soran kimseyi meselenin diğer yönleri ile ilgili soru sorma ihtiyacında bırakmamış olur. Bu Hz. Muhammed’in (s.a.s.) izlediği bir yoldur. Bir adam Hz. Muhammed’e (s.a.s.) gelerek ihrama giren kişiye elbiselerden neyi giymesinin caiz olduğunu sorduğunda o şöyle cevap vermişti: “Gömlek, don/şalvar, sarık, bornoz ve mest giymeyin. Ancak kişinin giyecek bir çift terliği yoksa kayış bağlama yerinden aşağısı açık mest giysin. Asla safran ve alaçehre bulaşmış (bunlarla boyanmış) elbise giymeyin.”[7]
Beşinci Adap: Fetva isteyen kişinin seviyesine göre cevap vermek gerekir:
Müftü, bir soruya cevap verdiği zaman soran kişinin anlayışına göre ve idrakine uygun bir söz ile fetva vermelidir. Örneğin ilmî meselelerden bir şey anlamayan halk tabakasından bir kişi sınırlı bir soru sorduğunda müftünün, dallama budaklama yoluyla kişinin zihnini bulandırıp sözü ve cevabı genişletmemesi gerekir. Bu durum, kişiye bir fayda sağlamaz. Ya da müftü, kişinin idrakinin üstünde bir konuşma ile onunla konuşmamalıdır. Bilakis müftünün onunla akıl ve idrak seviyesine göre konuşması gerekmektedir. Konuştuğu sözlerin, kişinin bildiği sözlerden olması gerekir. İbn Mes’ûd (r.a.) şöyle demiştir: “Akıllarının yetişmediği bir şey ile konuşman bir kısım insanların fitneye sürüklenmesinden başka bir şeye yaramaz.”[8] Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurmuştur: “İnsanlara anladıkları şeylerle konuşun. Onun, Allah’ı ve peygamberini yalanlamasından hoşlanır mısınız?”[9] Anlayışı ve idraki kıt olan kimse, idrakine uygun olmayan fetvayı duyduğu zaman onu anlaya-mayacak ve onunla amel etmeyecektir. Bu durumda kişi din ehlini ve âlimleri, insanlara seviyesine uygun olmayan şeyler ile hitap etmek ve onlara zorluk çıkarmak ile itham edecektir vb.
Altıncı edep: Fetva isteyen kimseye kendisine faydalı olan şeylerle nasihatte bulunmak gerekir:
Fetva veren kişinin, fetva isteyene, dünya ve ahiret ile ilgili hayırlar konusunda nasihatte bulunması müftünün hakkı olup vacip olan şeylerdendir. Müftü için mümkün ise, soran kişinin özel hayatı ile ilgili bazı işlerde ya da ahlak ve davranış ile ilişkili bazı şeylerde nasihat etme imkânını bulduğu zaman ona nasihatte bulunması vaciptir. Çünkü din nasihattir.
Müftüye, belli bir mesele konusunda fetva isteyen bir kişi geldiğinde ve müftü bu soruya cevap vermede herhangi bir fayda görmediğinde, aksine asıl faydanın onun için faydalı olana yönlendirilmesinde olduğuna kanat getirdi-ğinde ya da sorulan sorunun amelle ilgisi olmayan bir konu etrafında döndüğünü gördüğünde onun yapması gereken tek şey soran kişiyi bir amelde meydana gelen fayda, maslahat ve hayır gibi şeylere yönlendirmektir. Bir adam Hz. Muhammed’e (s.a.s.) geldi ve şöyle dedi: “Ey Allahın Resûlü, kıyamet ne zaman kopacak? Diye sordu. Peygamberimiz: -Sen kıyamet için ne hazırladın? buyurdu. Adam: -Ey Allahın Resûlü, ben kıyamet için çok namaz, oruç ve sadaka hazırlamadım. Ancak ben Allahı ve Peygamberini severim, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: -O halde sen sevdiklerinle beraber olacaksın, buyurdu.”[10] Böylece Hz. Muhammed (s.a.s.) onu, kıyametin ne zaman kopacağını bilmeye çalışmak gibi fayda sağlamayan şeylerle uğraşmamaya ve aksine kendisiyle sevabın kazanıldığı ameller ile meşgul olmaya yönlendirdi. Bu ameller, insanların kıyamet günü için yaptıkları hazırlıkların en iyisidir.
Yedinci edep: Soran kişiye sorduğundan daha fazlası ile cevap vermek:
Şöyle ki; soran kişi, fetvanın kısımları hakkında diğer teferruatlarla ilgili olarak soru sorma ihtiyacı duymaz. Çünkü kişinin sorusuna karşılık olarak verilen cevap, yetinilmesi açısından oldukça kapsamlı olmalıdır. Müftü onun aklına gelebilecek bütün sorulara cevap vermelidir. Bu müftünün fıkhı iyi bilmesinden ve idrakinin geniş olmasından ileri gelir. Hz. Muhammed’in de (s.a.s.) fetvalarında takip ettiği yol budur. Bir adam ona gelerek ihrama giren kişinin ne giyeceğini sordu. O da şöyle cevap verdi: “Allah Resulü (s.a.s.) buyurdu ki: Gömlek, don/şalvar, sarık, bornoz ve mest giymeyin. Ancak kişinin giyecek bir çift terliği yoksa kayış bağlama yerinden aşağısı açık mest giysin. Asla safran ve alaçehre bulaşmış (bunlarla boyanmış) elbise giymeyin.”[11] Böylece kişinin sorduğundan daha fazlasıyla cevap verdi. Bu konuyla ilgili cevabı, bir kişinin başka soruya ihtiyaç duymayacak şekilde detaylı olarak verdi.
Bu, müftünün edeplerinin özetidir. Bunların sayısı yedidir. Dolayısıyla bu fasılda toplamda on dört edep bulunmaktadır. Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.[12]
[1] – Enbiya suresi, 21:7.
[2] – Nevevî, Şerhu Sahihi’l- Müslim, Mukaddime, 5, 1:126, Bu hadis, İbnu Sîrîn’den rivâyet edilmiştir.
[3]– Nisa Sûresi, 4:135.
[4]– Sahîhu’l-Buhârî, İlim, 34 (No: 100, 7307); Sahîhu Müslim, (No: 2673). Bu hadis. Abdullah b. ‘Amr’dan rivâyet edilmiştir.
[5] – Sâd sûresi, 38: 26.
[6] – Mâide sûresi, 5: 44.
[7] – Sahîhu’l-Buhârî, Hac, 21(No: 134); Sahîhu Müslim, (No: 1177), Bu hadis, İbnu Ömer-den rivâyet edilmiştir.
[8] – Nevevî, Şerhu Sahîh-i Müslim, Mukaddime, 1: 113; Ebu Davud, Sünen, Edeb, 23.
[9] – Sahîhu’l-Buhârî, (No: 127), Bu hadis Ali’den rivâyet edilmiştir; Komisyon, Hitabet ve Mesleki Uygulama, s. 16.
[10]– Sahîhu’l-Buhârî, Edep, 96 (No: 6171) ; Sahîhu Müslim, (No: 2639), Bu hadis, Enes’ten rivâyet edilmiştir. .
[11] – Sahîhu’l-Buhârî, Hac, 21(No: 134); Sahîhu Müslim, (No: 1177), Bu hadis İbnu Ömer’den rivâyet edilmiştir.
[12] – Fazla bilgi için bkz. İbnu Hacer, Fethu’l-bârî, 1:216; ve devamı; Edebu’l-müftî ve’l-müsteftî ve diğer kaynaklar.
Bir yanıt bırakın