ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DUÂ ETMENİN EDEPLERİ
Şüphesiz ki; İslam’da dua etmenin önemi çok büyüktür ve en büyük ibadetlerdendir. Çünkü dua, faydalı olanı istemek, zararlı olanı da def etmek noktasında insanın ihtiyacını rabbine arz etmesidir. Ayrıca dua, insanın rabbiyle olan bağlantısını ortaya koyar ve onu kendisiyle (insanla) ilgilen-diğini gösterir. Zira güç ve kuvvet sadece ona (Allah’a) aittir.
Dua etmenin bir takım edepleri vardır. Dua eden bunlara dikkat ettiği takdirde duası kabul olacaktır. Bu edeplerin bir kısmı şunlardır:
Birinci edep: Sağlam niyet etmek gerekir:
Her şeyden önce dua eden kişi, ibadet niyetiyle dua etmelidir. Zira ilerde anlatacağımız gibi dua en büyük ibadetlerdendir. Ayrıca dua eden kişi, dilek ve isteğini Allah’a arz etmeye de niyet etmelidir. Nitekim dilek ve isteklerini Allah’a havale eden kişi asla zarar etmez.
İkinci edep: Çokça dua etmek gerekir:
Duada devamlılık esastır. Çünkü dua ibadettir. Yüce Allah şöyle buyur-muştur. “Rabbiniz buyurdu ki: “Bana dua edin ki, size icabet edeyim. Bana ibadet etmeye karşı kibirlenenler, hor ve hakir olarak cehenneme girecekler-dir.”[1] Peygamber efendimiz de (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki dua, ibadettir.” [2] Sonra yukarıdaki ayeti okumuştur.
Dua Allah’ın izniyle fayda verir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Dua, indirilen ve indirilmeyen her şeye (musibetlere) fayda verir. Öyle ise ey Allah’ın kulları! Dua ediniz.[3]” Dolayısıyla Müslümanın devamlı çok dua etmesi gerekir. Çünkü dua en kıymetli ibadetlerdendir ve Allah katında da en değerli şeydir. Nitekim peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “ Allah katında duadan daha kıymetli hiçbir şey yoktur.” [4]
Üçüncü Edep: Abdestli iken dua etmek gerekir:
Abdestsiz iken de dua etmenin bir sakıncası yoksa da abdestli dua etmek daha faziletlidir.
Dördüncü edep: Avuçlarının içini açarak dua etmek gerekir:
Hz. Peygamber (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah’a dua ettiğiniz-de ellerinizin içini açarak dua ediniz. Ellerinizin sırtı ile dua etmeyiniz.” [5] Aynı şekilde peygamberimiz (s.a.s.): “Dua ettiğinde ellerinin içini yüzüne doğru kaldırırdı.” [6] Bu şekilde davranmak, dilek ve ihtiyaçları ortaya koymaya ve duanın kabul edilmesine daha müsaittir. Bunu yapmakla dua eden sanki ellerini yukarıya doğru uzatıyor, avuç içini açıyor ve böylece kendisine verilecek şeyi bekliyor.
Beşinci edep: Koltuk altı görününceye kadar ellerini kaldırmak gerekir:
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Koltuk altı görününceye kadar ellerini kaldıran hiçbir kul yak ki; Allah, onun istediklerini vermemiş olsun.” [7] Bu şekilde dua etmek kulun Allah’a bağlılığını, ona muhtaç olduğunu ve ısrarla ona yalvardığını gösterir.
Altıncı edep: Allah’a hamd ve sena etmekle duaya başlamak gerekir:
İnsanoğlunun, her bir işine Yüce Allah’a hamd ederek başlaması gerekir. Böylece laik olduğu şekilde Yüce Allah’a hamd eden kimselerden olduğunu göstermiş olur. Zaten böyle yapmak duanın kabulüne de sebeptir. Hz Peygamber de (s.a.s.) kıyamet günü arş yanında secdeye kapanacak, uzun müddet Allah’ı hamd ve sena edecek, ta ki Allah duasının kabulü için ona izin verecek ve ona diyecek ki: “Ey Muhammed başını kaldır. Söyle! Sözün din-lenecek ve iste (istediğin) sana verilecek. Şefâ’at talep et, şefâ’atin yerine getirilecek.” [8] Hz Peygamber (s.a.s.), bir adamın namazda dua ederken Allah’ı hamd ve sena etmediğini ve peygambere (s.a.s.) salât ve selam getirmediğini gördü. “Bu adam acele etti.” dedi ve onu çağırdı ve dedi ki: “Sizden biriniz namaz kıldığında Allah’a hamd ve sena ile başlasın. Sonra Peygambere de salat ve selam getirsin! Sonra istediği kadar dua etsin.” [9]
Yedinci edep: Peygambere salat ve selam getirmek gerekir:
Dua eden kişi şayet peygambere salat ve selam getirmezse, duası kabul olunmaz. Zira peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “ Hz. Peygambere (s.a.s.) salat ve selam getirilmedikçe duanın kabul edilmesi engellenmiştir.” [10]Aynı şekilde Füdâle’nin rivâyet ettiği ve yukarıda geçen hadiste de bu konuya işaret edilmiştir.
Sekizinci edep: Öncelikle kendi nefsine dua etmesi gerekir:
Kuran’ da bununla ilgili birçok örnek vardır. Yüce Allah şöyle buyur-muştur: “Rabbim! Beni, ana babamı … bağışla.”[11] Yüce Allah, başka bir ayette şöyle buyurmuştur: “(Mûsâ), Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağış-la…” [12] Diğer bir ayette Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla…”[13] Aynı şekilde peygamberimiz de (s.a.v) : “Birisini anarsa ve ona dua ederse, öncelikle kendisi için dua ederdi.”[14]
Dokuzuncu edep: Dilemede (istemede) azimli olması gerekir:
İnsan yaptığı duada tereddütlü olmamalıdır. Veya duada ayırım yaparak “Ya Rabbi dilersen (istersen) şu olsun” şeklinde dua edilmemelidir.” Fakat duada kesinlik ve ısrar olmalıdır. Nitekim peygamber efendimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur. “Sizden biriniz dua ederken “Allah’ım dilersen beni bağışla, dilersen bana merhamet et, dilersen beni rızıklandır,” demesin. Dilediğini kesin bir dil ile istesin. Çünkü Allah’ı zorlayan hiçbir kuvvet yoktur. O dilediği şeyi yapabilendir.” [15] Dolayısıyla dua eden kişi, kesin ifadelerle dua etmelidir. Çünkü dua bir ibadettir; kesin ifadelerle ve samimiyetle eda edilmesi gerekir. Zaten böyle söylemek, duanın kabul edilmesine daha yakındır.
Onuncu edep: Kalbin duaya hazır olması gerekir:
İnsanın kalbini ve fikrini duaya hazırlaması gerekir. Kalp hazır olmadan dil ile dua edilmemelidir. Şüphesiz ki; bu şekilde dua edilse de kabul edilmez. Peygamber efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Duanıza Allah’ın icabet edeceğine inanarak dua ediniz. Gafil ve boş kalbin yapacağı duaya, Allah’ın icabet etmeyeceğini de biliniz.”[16] Dolayısıyla insan, yüce Rabbine dua ettiğinde kalbini ve düşüncesini buna hazırlamalı, söyleyeceklerini tartmalı ve sözün dilden önce kalpten çıkacağını da bilmelidir. Nitekim dokuzuncu edepte geçen hadiste buna işaret edilmişti.
On birinci Edep: Duanın kabul edileceğine kesinlikle inanmalıdır:
Dua eden kişinin duasının kesinlikle kabul edileceğine inanması gerekir. Zira Yüce Allah bir ayetinde şöyle buyurmuştur: “(Ey Muhammed!) Kullarım beni senden sorarlarsa (bilsinler ki) gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına karşılık veririm.”[17] Aynı şekilde yukarıda geçen hadiste bu husus vurgulanmaktadır: “ Allah’ın duanıza icabet edeceğine inanarak dua ediniz.” İnsanın, Allah’ın verdiği sözü tasdik etmesi gerekir. Şüphesiz Allah (c.c.), verdiği sözden caymaz. Mü’minin dua ile ancak hayırlı sonuçlara ulaşacağını bilmesi gerekir.
On ikinci edep: Günah işlemek ve aile bağlarını koparmak için dua etmemek gerekir:
Çünkü günah işlemek ve aile bağlarını koparmak için yapılan dua kabul edilmez. Peygamber efendimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Günah işlemek veya aile bağları koparmak için yapılan dua hariç; dua eden kişiye Allah istediğini verir ve kötülüklerden de onu muhafaza eder.”[18] Dolayısıyla dua eden kişinin günahtan ve sıla-ı rahimi kesmek için dua etmekten sakınması gerekir. Ancak kâfir ve zalimlere beddua etmek, bu konunun dışındadır. Bunlara beddua etmenin örnekleri Kur’ân’da çoktur. Peygamber efendimiz de (s.a.s.), kâfirlere beddua etmiştir.
On üçüncü Edep: Kendisine veya çocuklarına ve yahut ta malına beddua etmemesi gerekir:
İnsanın kendisine veya çocuklarına ve yahut ta malına beddua etmekten sakınması gerekir. Nitekim insanların çoğu, belirli bir şeye kızdıklarında beddua ederler. Beddua ettikleri vaktin Allah’ın dualara icabet ettiği vakte denk gelebilme ihtimali vardır. Bundan dolayı peygamber efendimiz (s.a.s.), bunu yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Kendinize beddua etmeyiniz, çocuklarınıza beddua etmeyiniz, mallarınıza da beddua etmeyiniz. Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.”[19]
On dördüncü edep: Zarar veya musibetten dolayı ölmek için dua etmemek gerekir:
Peygamber efendimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Sizden hiç kimse, maruz kaldığı bir zarar sebebiyle ölümü temenni etmesin. Mutlaka onu yap-mak mecburiyeti hissederse, bari şöyle söylesin: ‘Rabbim! Hakkımda hayat hayırlı ise beni yaşat. Ölüm hayırlı ise canımı al!”[20] Bir insana zarar dokun-duğunda ölümü istememesi gerekir. Çünkü o kişi öldüğünde ameli kesilir. Ancak yaşarsa tövbe edebilir, hak sahiplerini razı edebilir ve kötü durumunu düzeltebilir. Böylece yaşamak onun için hayırlı olur.
On beşinci edep: Dua etmede aşırıya gitmemek gerekir:
Şüphesiz ki; Allah (c.c.), aşırı gidenleri sevmez. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Rabbinize yalvara yalvara ve gizlice dua edin. Çünkü o, haddi aşanları sevmez.”[21] Rivayet edilir ki Sa’d (r.a.), oğullarından birinin şöyle dua ettiğini görmüştür: “Allah’ım! Ben cennet nimetlerini, güzel-liklerini, parlaklıklarını ve bunu bunu istiyorum.” “Cehennemden onun zincir ve kelepçelerinden de ve şundan şundan da sana sığınıyorum.” Sa’d oğluna demiş ki: “Ben peygamberin ileride bir kavmin dua da aşırı gideceğini söylerken duydum.” Sakın böyle kimselerden olma! Sana Cennet verildiği zaman tüm nimetleriyle verilir. Cehennemden sakınıldığın da şer (kötü) adına her şeyden de sakınılmış olursun.” [22]Aynı şekilde Abdullah b. Muğaffel (r.a.), oğlunun şöyle dua ettiğini görmüştür: “Allah’ım! Cennete gireceksem cennetin sağından beyaz bir köşk isterim.” Bunu duyan babası oğluna demiş ki: “Ey oğul! Allah’tan cenneti iste ve Cehennemden de Allah’a sığın.” Ben Peygamberimizin (s.a.s.); “İleride bir kavmin dua da aşırı gideceğini”[23] söylediğine şahit oldum, dedi. Dua da aşırı gitmek, olmayan şeyleri istemek ve Allah’ın, bir şeye mecbur olduğuna inanmaktır.
On altıncı edep: Dünyada iken acele cezalandırılmayı istememek gerekir:
Bazı insanlar, ahiret azabından çok korktukları için, Allah’tan dünyada iken cezalandırılmalarını isterler. Bu büyük bir cehalettir. Çünkü cezalan-dırılma (azab) çok çetindir. Bazen tahammül edilmesi zordur. Onun için en güzeli, Allah’tan af ve mağfiret dilemektir. Peygamberimiz (s.a.s.), Müslü-manlardan zayıflayan ve bir çocuk (kuş yavrusu) gibi olan bir hasta ziyaretine gitti. Peygamberimiz (s.a.s.) ona şöyle dedi: “Allah’a dua edip ondan bir şeyler istiyor musun?” O da: Evet. Ben şöyle dua ediyorum: “Ya Rabbi! Eğer ahirette cezam varsa dünyada bana ver.” Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Sübhanellah! Sen ona güç yettirmeyeceksin. Allah’ım! Dünyada da ahirette de bize iyilik ve güzellik ver. Bizi cehennem azabından koru! diye dua etsene.”[24] Sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) o adama dua etti ve o şifa buldu.
On yedinci edep: Dua eden kişinin fakirliğini, miskinliğini ve Allah’a muhtaç olduğunu ortaya koyması gerekir:
Bu durum, duanın kabul edilmesine vesiledir. Yani insanın Allah’ın dışında hiç kimsenin fayda ve zarar vermede güç ve kudret sahibi olama-yacağını hissetmesidir. Şayet Yüce Allah, kişiyi kendi haline bırakırsa; o yoldan çıkar ve sapıtır. İnsan dünya işlerine – ne kadar değersiz olsa bile- güç yetiremez. Ahiret işlerini de yapamaz. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah’ın kapısında, zelil ve perişan bir şekilde durur, zayıflığını ve Allah’a olan ihtiyacını ortaya koyar. Onun huzurunda başını indirir, ellerini Mevlâsına kaldırır ve O’ndan ister. Bütün durumlarda O’na sığınır. Çünkü insan kul, Allah ise mülk sahibi Rab’dır. Allah, azamet ve celal sahibi olup hiçbir şey onu aciz bırakamaz. O kullarına karşı zengin, kullar ise O’na muhtaçtır. O, göklerin ve yerin Rabbi olup hiçbir şey O’na gizli kalmaz. Kim rabbini, bu şekilde tanırsa ve dua ederse onun duası reddedilmez.
Tüm bu söylediklerimizi hissederek (Allah’a) dua eden kişinin duası geri çevirilemez.
On sekizinci edep: Duanın özlü ve peygamberin yaptığı dualardan olması gerekir:
Yani peygamberimizden (s.a.s.), rivayet edilen dualarla dua edilmesi gerekir. Onun duaları dünya ve ahiret namına tüm hayırlı şeyleri kapsayan kelimelerden oluşur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.); “Duanın özlü, ama kapsayıcı olmasını isterdi.”[25] Muhakkak ki sözlerin en özlüsü, en bereketlisi ve en büyüğü peygamberimize isnât edilen ifadelerdir. Bu tür güzel sözler, hadis kitaplarında çoktur. Bu sözlerden bir kısmı, geçen bölümlerde geçti. Bir kısmı ise Allah’ın izniyle bundan sonra gelecektir.
On dokuzuncu edep: Allah’tan çokça sıhhat ve afiyeti istemek gerekir:
Şüphesiz ki; âfiyetten ve onun için teşekkürden daha hayırlı bir şey yoktur. Yüce Allah, kime dünya ve ahirette sıhhat ve afiyet verirse o iyilikten her şeyi elde etmiş olur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Dua ederken çokça sağlık ve afiyet isteyin!”[26] Yine Hz. Peygamber, Hz. Abbas’a şöyle demiştir: “Ey ‘Abbâs! Ey Allah elçisinin amcası! Dünya ve ahiret için Allah’tan sağlık ve afiyet iste!”[27]
Yirminci edep: Duanın kabul olunma sebeplerine yapışmak gerekir:
Örneğin Yüce Allah’ın “Esmâ-i Hüsnâ’sı ve Onun sıfatları” ile O’na yalvarmak mümkündür. Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur. “En güzel isimler Allah’ındır. O halde bu isimlerle O’na dua ediniz.”[28] Veya kişi yaptığı güzel amelini O’na sunarak Allah’a yalvarabilir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Rabbimiz! Doğrusu biz, “Rabbinize iman edin!” diye imana çağıran bir davetçiyi işitip hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla!…”[29] Ayrıca insan, dua eden sâlih bir kulun duası veya benzerleri ile O’na yalvarabilir. Bu edeple ilgili Kur’ân ve hadislerde bolca deliller zikre-dilmiştir.
Yirmi birinci edep: “Ya ze’l-celâli ve’l-ikrâm” (Ey yücelik ve ikram sahibi Allah’ım!) sözünü çokça söylemek gerekir:
Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur. “Dualarınızda Ya ze’l celali ve’l-ikram (Ey yücelik ve itibar sahibi Allah’ım!) sözünü çokça söyleyin.”[30] Çünkü bu söz, Allah’ı en güzel metheden ve sena eden bir sözdür. Bu sözü çokça söylemek, yapılan duanın Allah tarafından kabul edilmesine vesile olur.
Yirmi ikinci edep: Yüce Allah’ın ism-i a’zamı (en büyük ismi) ile dua etmek gerekir:
Allah’ın en büyük ismi ile dua etmek, duanın kabul edilmesine sebeptir. Hz. Peygamber (s.a.s.), bir adamın şöyle dua ettiğini işitti. “Ey Allah’ım! Senin Allah, tek, samed oluşunu, doğurmayan, doğurulmayan, dengi ve benzeri bulunmayan gibi özelliklerini vesile edinerek senden talep edi-yorum.” Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) dedi ki: “Bu adam Allah’ın en büyük ismini vesile edinerek dua etti. İsm-i a’zam öyle bir isimdir ki, onunla istenildiğinde istenilen verilir. Onunla dua edildiğinde o dua kabul edilir.”[31] Yine Hz. Peygamber bir adamın şöyle dua ettiğini işitti. “Ey Allah’ım! Hamd yalnız sana aittir, tüm övgüler senindir. Senden başka hiçbir ilah yoktur. Sen birsin ve ortağın yoktur. Sen çokça ihsanda bulunansın. Sen yer ve göğün yaratıcısı, celal ve ikram sahibisin. Bunları vesile edinerek senden istiyorum.” Bunu duyan Peygamberimiz (s.a.s.) dedi ki: “Bu ism-i a’zamla dua etti. İsm-i a’zam öyle bir isimdir ki, Onunla istenildiğinde verilir. Onunla dua edildiğinde duaya icabet edilir.”[32] Peygamber efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur. Allah’ın ism-i a’zamı şu iki âyettedir: “Sizin ilahınız bir tek ilahtır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O Rahmân’dır, Rahîm’dir.”[33] Ve Âl-i İmrân suresinin ilk ayetidir: “Allah, odur ki; Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O Hayydır (devamlı diridir), Kayyumdur (her an yarattıklarını gözetendir.)”[34]
Yirmi üçüncü edep: Duada Allah’a ısrarla yalvarmak ve Ondan çokça talepte bulunmak gerekir:
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz dua ettiği zaman azimli ve kararlı olsun. Şüphesiz ki o, Rabbinden istiyor.”[35] Dolayısıyla kişi dua ederken ve Allah’tan isterken ısrarlı ve azimli olmalıdır. Şüphesiz ki; bu şekilde yapılan dua, Allah’a çok fazla bağlılığı gösterir. Sanki kul, bu davra-nışı ile şöyle diyor: “Benim duama icabet etmedikçe, bu kapıdan ayrıl-mam.” Aynı şekilde gücü yettiği kadar Allah’tan en büyük şeyi ister. Zira Allah, mülk sahibidir ve cömerttir. O, vereceği hiçbir şeyi büyük görmez.
Yirmi dördüncü edep: İnsanın dünya ve ahiret işlerini Allah’tan dilemesi gerekir:
Dua eden kişi; dünyaya dair istekleri Allah nezdinde basit de olsa, tereddüt etmeden Allah’tan istemelidir. Kulun dünya ile ilgili istekte bulunması, bütün işlerinde rabbine ne kadar bağlı ve muhtaç olduğunun delilidir. Nitekim peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allah, kendisine dua etmeyene kızar.”[36]
Yirmi beşinci edep: Duanın kabul edildiği vakitleri ve faziletli mekânları araştırması gerekir:
Şüphesiz ki naslarda (Kur’ân ve hadis kitaplarında) belirtildiğine göre duaların kabul edildiği bazı faziletli vakitler (ve mekânlar) vardır. Dua eden kişi bu vakitleri (ve yerleri) araştırıp bulmalı ve o vakitlerde ve yerlerde çokça dua etmelidir. Bu vakitlerden ( ve yerlerden) bazıları şunlardır:
- Ezan ve kamet arasındaki vakit,
- Namazdaki vakit,
- Farz namazlardan sonraki vakit,
- Gündüzün bitimi vakti,
- Oruçlunun iftarını açtığı vakit,
- Gecenin son kısmı,
- Cuma günü (ikindi namazından sonraki vakte kadar),
- Ramazan günleri,
- Zilhicce ayının 10. günü,
- Arefe günü,
- Hac günleri,
- Ka’be’de bulunulan vakitte.
Bu saydıklarımızın dışında da bazı hadisler de geçen faziletli vakitler vardır.
Yirmi altıncı edep: Duanın kabul edilmesine acele etmemek gerekir:
Şüphesiz ki; duanın kabulünde acele etmek yasaklanmıştır. Zaten bu davranış, duanın kabulüne engeldir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmek caiz değildir. Duanın hemen kabul edilmesini beklemek, Allah’ın duaya icabet etme sözünü yalan bulmak anlamındadır. Çünkü Yüce Allah duaları kabul edeceğine dair söz vermiştir. Bu konuda Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyur-muştur: “Sizden biri – dua ettim ama kabul edilmedi – demek suretiyle acele etmedikçe, Allah onun duasını kabul eder.”[37]
Dua edip te isteği yerine gelmeyen kişi şunu bilmelidir. Allah, mutlaka onun duasını kabul etmiştir. Ya kişinin istediğini kişiye verir veya hakkında ondan daha hayırlısını takdir eder, ya da o kişiden benzeri kötülüğü defeder. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Günah işlemek veya aile bağ-larını koparmak için yapılan dua hariç; dua eden kişiye Allah istediğini verir veya kötülüklerden de onu muhafaza eder.”[38] Yine Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Günaha girmeden, aile bağlarını koparmadan ve duanın hemen kabulünü beklemeksizin dua eden her bir kimsenin duasını Allah kabul eder. Şöyle ki; ya dua edenin istediğini dünyada iken verir ya da ahirette verir. Dediler ki: “Ey Allah’ın elçisi! Hemen duanın kabulünü istemek ne demektir? Peygamber dedi ki: “Rabbime dua ettim, ama kabul etmedi,”[39] demektir.
Yirmi yedinci edep: Genişlikte iken çokça dua etmek gerekir:
Böyle davranmak, sıkıntıların baş gösterdiği dönemde yapılacak duaların kabulüne de sebep olur. Nitekim Allah’ın hikmeti belaların takdirinde şöy-ledir: O, kulunun yalvarışta bulunmasını, darlık ve sıkıntı zamanlarında kendisine sığınmasını ister. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: “Sonunda (İnkarlarından dönüp bize) yalvarsınlar diye, onları yakalayıp sıkıntı ve çeşitli belâlarla cezalandırdık.”[40] İnsan, bolluk ve refahta iken çokça yalva-rışta bulunsa, Allah (c.c.), onun duasını hemen kabul eder. Nitekim Hz. Yunus örneğinde bunu görüyoruz. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Eğer o, Allah’ı tesbih edip yüceltenlerden olmasaydı, mutlaka insanların tekrar diriltileceği güne kadar balığın karnında kalırdı.”[41]Aynı şekilde peygam-berimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kim darlıklarda ve sıkıntılarda Allah’ın onun duasını kabul etmesini istiyorsa, bolluk ve genişlikte çokça dua etsin”[42]
Yirmi sekizinci edep: Duanın kabulüne engel olan şeylerden uzak durmak gerekir:
Hz. Peygamber (s.a.s.), duaların kabul edilmesine engel olan şeylerden uzak durulması gerektiğine dair uyarmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
- İşlenmesi günah olan şeyler için yapılan dua,
- Akrabalık ilişkilerini kesmekle ilgili yapılan dua,
- Duanın hemen kabul olunmasını beklemek,
- Duada aşırıya gitmek,
- Zulmetmek,
- Haram yemek v.s.
Hz. Peygamber (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: “Uzun bir sefere çıkmış, üstü başı tozlanmış bir adam, ellerini semaya uzatarak: Ya Rabbi! Ya Rabbi! Diye yalvarır. Halbuki; onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böylesinin duası nasıl kabul olunur!?”[43]
Yirmi dokuzuncu edep: Olmayacak şeyler için dua etmemek gerekir:
Olmayacak şeyleri istememek gerekir. Örneğin Hz. Peygamberi (s.a.s.), uyanıkken görmek için dua etmek, melek olmak için dua etmek, dağları kaldırabilecek gücü istemek, peygamber olmak için dua etmek gibi şeyleri istemek bunlardandır. Bunların hepsi imkânsız şeylerdir. Gerçekleşmeleri imkânsızdır. Hattâ birisi Hz. Peygamber’den (s.a.s.) sonra birisinin Peygam-ber olabileceğine inansa küfre girmiş olur. Tüm bu saydıklarımız, duada aşırıya gitme konusuna girmektedir.
Şüphesiz bütün bu saymış olduğumuz edeplere dua esnasında uymak gerekmektedir. Kim bunları dua ederken uygularsa Allah’ın izniyle duası kabul edilir. Geri çevrilmez.
Bunlar, Yüce Allah’ın tespit etmeyi bize kolaylaştırdığı dua ile ilgili edeplerdir. Bu edeplerin sayısı yirmi dokuz tanedir. ‘Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.[44]
[1] – Mü’min suresi, 40: 60.
[2]– Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4: 267; Ebu Dâvud, Sünen, (No:1479); et-Tirmizî, Sünen, (No:2969); Tirmizî, bu hadisin “sahîh” olduğunu belirtmiştir; İbn Mâce, Sünen, (No:3828); el-Hâkim, el-Müstedrek,1:491; el-Hâkim, bu hadisin “sahîh” olduğunu belirtmiştir. Zehebî’de onun bu görüşüne katılmıştır; İbnu Hibbân, el-İhsân, 2:124 (No:887); Beyhakî, Şu’ab, (No:1105); İbn Ebî Şeybe, el-Musannaf, 6:21 (No:29167); Buharî, el-Edebu’l-müfred, s.105; İbnu Cerîr, et-Tefsir, 11/ (No: 30381) de bu hadisi, Numan b. Beşîr’den rivâyet etmiştir. El-Elbânî, Sahihu’l-Cami’, (No:3407).
[3]– et-Tirmizî, Sünen, (No: 3548); el-Hâkim, el-Müstedrek,1:493, el-Hâkim, bu hadisi İbnu Ömer’den rivâyet etmiştir; el-Elbânî, Sahihu’l-câmi’, (No:3409).
[4] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2:362; et-Tirmizî, Sünen, (No:3370), Tirmizî bu hadisin “hasen” olduğunu belirtmiştir. Ez-Zehebî ve başkaları da onun bu görüşüne katılmışlar. Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahihu’l-câmi’, (No: 5392).
[5] – Ebu Dâvud, Sünen, (No:1486), Bu hadis, Mâlik b. Yesâr’dan rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu Ebu Davud, (No:1318). Bu hadis, İbnu Abbâs ve başka kimselerden de rivâyet edilmiştir.
[6] – et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr 11:12234, Bu hadis, İbnu Abbâs’dan ve es-Sâib b. Hel-lâd’dan rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahihu’l- câmi’, (No: 4721).
[7]– et-Tirmizî, Sünen, (No: 3603), bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivâyet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No: 2853).
[8] – Buharî, Sahîh, (No:7510); Müslim, Sahîh, (No:193), bu hadis, Enes’den rivayt edilmiştir.
[9] – Ebu Dâvud, Sünen, (No:1481); en-Nesaî, Sünen, 3:44; et-Tirmizî, Sünen, (No:3477) Tirmizî, bu hadisin “sahîh” olduğunu belirtmiştir. Bu hadis, Fudâle b. ‘Ubeyd’den rivâyet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No:1314).
[10]– ed-Deylemî, Müsnedu’l- Firdevs, 3: 4791. Bu hadis, Hz. Ali’den, başka bir rivayette Enes’den rivayet edilmiştir. Yine Hz. Ali’den Mevkuf olarak iki yerde; Birisi et-Taberânî, Mu’cemu’l-evsat’ta, diğeri Beyhakî, eş-Şu’ab’da rivayet edilmiştir. Heysemî, el-Mecma’, 10:160, Bu hadisin ravileri güvenli kişilerdir demiştir; el-Elbânî, Sahihu’l- câmi’, (No: 4523).
[11] – Nuh suresi, 71: 28.
[12] – A’raf suresi, 7: 151.
[13] – Haşr suresi, 59: 10.
[14] – Ebu Dâvud, Sünen, (No:3984); et-Tirmizî, Sünen, (No:3385), et-Tirmizî, bu hadisin “sahîh” olduğunu belirtmiştir; İbnu Hibbân, el-İhsân, (No: 984). Bu hadisi Tirmizî gibi en-Nesaî, el-Hâkim ve diğerleri Ubey b. K’ab’den rivayet etmişler; el-Elbânî, Sahihu’t-Tirmizî, (No: 2696).
[15] – Buhârî, Sahîh, (No: 6339); Müslim, Sahîh, (No:2679), Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.
[16] – et-Tirmizî, Sünen, (No: 3479); el-Hâkim, el-Müstedrek,1: 493, Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahihu’t-Tirmizî, (No:2766).
[17] – Bakara suresi, 2: 186.
[18] – et-Tirmizî, Sünen, (No: 3381). Bu hadis, Cabir’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahihu’l- câmi’, (No: 5678).
[19] – Müslim, Sahîh, (No: 3009), Bu hadisi Câbir rivâyet etmiştir. Ebu’l-Yüsr’le ilgili uzun kıssada geçmiştir.
[20]– Buharî, Sahîh, (No: 6351); Müslim, Sahîh, (No:2680), Bu hadis Enes’den rivayet edilmiştir.
[21] – A’râf suresi, 7: 55.
[22] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1: 172; Ebu Dâvud, Sünen, (No:1480), Bu hadis, Sa’d’dan rivayet edilmiştir; El-Elbânî, Sahîhu Ebî Davud, (No:1313).
[23] – İbn Mâce, Sünen, (No: 3864) , Bu hadis, Abdullah b. Muğaffel’den rivayet edilmiştir; El-Elbânî, Sahîhu İbn Mâce, (No: 3116).
[24] – Müslim, Sahîh, (No: 2688), Bu hadis, Enes’den rivayet edilmiştir. (Hadisteki: “sâre mislü’l- fer’hi” manası: Yani çok zayıf olmak ve güçsüzlükten küçücük bir çocuğa (yavruya) dönüş-müştü.
[25] – Ebû Dâvud, Sünen, (No: 1482); el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:539, el-Hâkim, bu hadisin “sahîh” olduğunu belirtmiştir. Ez-Zehebî de onun bu görüşünü benimsemiştir; İbn Hibbân, İhsân, (No: 864); Ahmed b. Hanbel, Müsned ve diğer muhaddisler bu hadisi Hz. ‘Aişe’den rivayet etmiş-lerdir; el-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No: 1315).
[26] – el-Hâkim, el-Müstedrek, 1: 529, el-Hâkim, bu hadisin “sahîh” olduğunu belirtmiştir. Ez-Zehebî, et-Taberânî, ed-Ziyâ’ ve diğerleri de onun bu görüşünü benimsemiştir. Bu hadis, İbn ‘Abbâs’tan rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’l-câmi’, (No: 1198).
[27] – et-Tirmizî, Sünen, (No: 3514), et-Tirmizî, bu hadisin “sahîh” olduğunu belirtmiştir. Bu hadis, Hz. ‘Abbâs’tan rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No:2790).
[28] – A’râf suresi, 7: 180.
[29] – Âli İmrân suresi, 3:193.
[30] – et-Tirmizî, Sünen, (No: 3525) ve diğerleri. Bu hadis, Enes (b. Mâlik) ten rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No: 2797) Bu hadis, Rabî’a’dan rivayet edilmiştir.
[31] – Ebu Dâvud, Sünen, (No:1493); et-Tirmizî, Sünen, (No: 3475) et-Tirmizî bunun “hasen” bir hadis olduğunu belirtmiştir; İbnu Mâce, Sünen, (No: 3857), bu hadis, Büreyde’den rivâyet edilmiştir; El-Elbânî, Sahîhu Ebî Dâvud, (No: 1324).
[32] – Ebu Dâvud, Sünen, (No:1495); İbnu Mâce, Sünen, (No: 3858). Bu hadis, Enes’ten rivâyet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu İbn Mâce, (No: 3112).
[33] – Bakara suresi, 2: 163.
[34] –Âl-i ‘İmrân suresi, 3: 2; Ebu Dâvud, Sünen, (No:1496); et-Tirmizî, Sünen, (No: 3478) et-Tirmizî bunun “sahîh” bir hadis olduğunu belirtmiştir; İbnu Mâce, Sünen, (No: 3855). Bu hadis, Esmâ bint Yezîd’den rivâyet edilmiştir; El-Elbânî, Sahîhu İbn Mâce, (No: 3109).
[35] – İbnu Hibbân, İhsân, (No: 866), bu hadis, ‘Âişe’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’l-Cami’, (No:591).
[36] – et-Tirmizî, Sünen, (No:3373); İbnu Mâce, Sünen, (No: 3827), Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir. El-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No: 2686).
[37] – Buhârî, Sahîh, (No: 6340); Müslim, Sahîh, (No: 2735). Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.
[38] – et-Tirmizî, Sünen, (No: 3381), Bu hadis, Câbir’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahihu’l- câmi’, (No: 5678).
[39] – et-Tirmizî, Sünen, (No:3602); Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No: 2852).
[40] – En’âm suresi, 6: 42.
[41] – Saffât suresi, 37: 143-144.
[42] – et-Tirmizî, Sünen, (No:3382; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1: 544, el-Hâkim, bu hadisin “sahîh” olduğunu belirtmiş. Ez- Zehebî’de onun bu görüşüne katılmıştır; el-Elbânî, Sahîhu’t-Tirmizî, (No: 2693). Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.
[43] – Müslim, Sahîh, (No:1015), Bu hadis, Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir.
[44] – Daha fazlası için bakınız: İbnu Hacer, Fethu’l-Bari, şerhu Sahîhi’l-Buhârî, 11: 99 ve devamı; el-Hâkim, el- Müstedrek, 1: 490 ve devamı; et-Tirmizî, Sünen, 5: 455 ve devamı; İbnu Mace, Sünen, 2: 1258 ve devamı; İbnu Hibbân, el-İhsan bi-Tertîbi Sahîhi ibn-i Hibbân, 2: 114, ve devamı; Huseyin el-‘Avâyişe, ed-Duâ; et-Taberânî, ed-Duâ ve benzeri eserlerde bulabilirsiniz.
Bir yanıt bırakın