GİRİŞ
Birinci Bölüm
Selefe Göre Edebin Değeri :
Seleften edep ve edep ehli ve üstünlükleri hakkında övgüler bize kadar ulaşmıştır. Edebi teşvik eden çok sayıda söz ve nakiller vardır. Bu sözlerden bazıları şunlardır :
Habib el-Cellâb (öl.734/1333) şöyle söylemiştir: “İbn Mübârek’e şöyle sordum; “insana verilen en hayırlı şey nedir? “Akıl içgüdüsüdür”, diye cevap verdi. Eğer o yoksa diye sordum, o da; “ güzel edeptir”, diye cevap verdi. Eğer o yoksa diye sordum, o da, “istişâre ettiğin şefkatli bir kardeştir”, diye cevap verdi. Eğer o yoksa dedim, o da, “uzun süre susmaktır”, diye cevap verdi. Eğer o da yoksa diye sordum, o da, “hemen ölmektir” diye cevap verdi.”[1]
İmâm eş-Şâfi’î (öl. 204/819) şöyle söylemiştir: “Her kim, Allah’ın onun kalbini açmasını ( veya nurlandırmasını) istiyorsa, inzivaya çekilsin, az yemek yesin, ahmakların arasına girmesin, insafsız ve edepsiz âlimlerden nefret etsin.”[2]
İbn Sîrîn (öl.110/729) şöyle söylemiştir: “İlk âlimler, ilim öğrendikleri gibi, rehberliği de öğreniyorlardı.”[3]
El-Hasan (el-Basrî) (öl. 110/728) şöyle demiştir: “Kişi kendisi için iki sene ve sonra iki sene daha edep öğrensin.”[4]
Habib b. Şehid (öl.11/632) oğluna şöyle söylemiştir: “Yavrucuğum! Fıkıh âlimi ve âlimlerle arkadaşlık et ve onlardan edep öğren, bu bana göre çok hadis öğrenmenden daha sevim-lidir.”[5]
Selef’ten birisi oğluna şöyle söylemişler: “Edepten bir konu öğrenmen, bana göre, yetmiş ilim konusunu öğren-menden daha sevimlidir.”[6]
Mahled b. Hüseyin (öl……/…….), İbn Mübarek’e (öl.181/797) şöyle söylemiştir: “Bizim çok hadisten daha fazla, çok edebe ihtiyacımız vardır.”[7]
İmam eş-Şafi’î’ye şöyle sorulmuştur: “Edebe karşı isteğin nasıldır? O şöyle cevap vermiş: “Edepten duyma-dığım bir harfi işittiğimde, organlarım ondan faydalanmak için birkaç kulağının olmasını istiyor. Ona edebi nasıl arıyorsun? Diye sorulmuş: “Kayıp çocuğundan başka kimsesi olmayan kadının, çocuğunu araması gibi arıyo-rum.”[8]
Ebû Bekir b. el-Mitva’î (öl.……/……) (r.a.) şöyle demiştir: “On iki yıl boyunca, Ebû Abdillah yani İmam Ahmed b. Hanbel’in yanına gidip geldim, o çocuklarına el-Müsned’i okuyordu, ondan bir Hadis dahi yazmadım, sadece onun rehberliğine ve edebine bakıyordum.”[9]
Ez-Zehebî (öl.748/1348) (r.a.) şöyle anlatmıştır: “İmam Ahmed’in meclisine 5 bin kişi katılırdı, 500 kişi yazıyordu, diğerleri de, onun vakarını, davranışlarını ve edebini gözlemli-yorlardı.”[10]
İbn Mübârek şöyle söylemiştir:
جَرَّبْتُ نَفْسيِ فَمَا وَجَدْتُ لَهَا مِنْ بَعْدِ تَقْوَى الإله كَالأدَبِ
فَي كُلِّ حَالاتِها وإنْ كَرهْتُ أَفْضَلُ مِنْ صَمْتِهَا عَنِ الكَذِبِ
أَوْ غِيبَةِ النَاسِ إِنَّ غَيْبَتُهُمْ حَرَّمَهَا ذُو الجَلاَلِ فِي الكتب
قُلْتُ لَهَا طَائِعاً وأُكْرِهُها الحِلْمُ والعِلْمُ زَيْنُ ذِي الحَسَبِ
إِنْ كَانَ مِنْ فِضَّةٍ كَلاَمُكِ يَا نَفْسُ فَإِنَّ السُّكٌوتَ مِنْ ذَهَبِ
Nefsimi tecrübe ettim, nefsim için, Allah korkusundan sonra, edep gibisini görmedim.
Hoşlanmadığı halde, bütün durumlarda, yalandan sukut etmesi (yalanı terketmesi) daha iyidir.
Veya insanların arkasından konuşma, çünkü bunu Allah kitaplarında haram kılmıştır.
Ona itaât et diyorum ve onu zorluyorum, hilm ve ilim, soylunun süsüdür.
Ey nefis! konuşman gümüşten ise, sukut etmen altındandır.[11]
İbn Mübârek şöyle demiştir: “Edebi 30 yılda, ilmi 20 yılda öğrendim. Eskiden (insanlar) önce edebi, sonra ilmi öğreniyorlardı.”
el-Karâfî (öl. 684/1285), (r.a.) el-Furuk adlı eserinde edebin değerini açıklayarak şöyle delemiştir: “Bil ki: Az edep, çok amelden daha hayırlıdır, bu sebeple âlim ve salih olan Ruveym, oğluna şöyle öğüt vermiştir: yavrucuğum amelini tuz gibi, edebini un gibi yap. Yani (hamurda) un’un tuz’a olan çokluğu gibi, sende edebini çoğalt. Çok edep, -az olan salih amelle birlikte-, az olan edepten daha iyidir.”[12]
İkinci bölüm
Şer’i Âdâbın Tasnîf Tarihi
Asırların geçmesiyle âlimler, İslamî edebe çok fazla özen göstererek, faydalı eserler tasnif ettiler. Bazıları sadece genel edep ile ilgili, bazıları da belirli edep ile ilgili örneğin; duâ, tıp vb. ile ilgili eserler telif ettiler.
(Muhammed) İbn Muflih el-Hanbeli (öl.763/1362), (el-Âdâbu’ş-şer’îyye) ismindeki kitabının başında şöyle de-miştir: “Arkadaşlarımızın çoğu bu konuda eser tasnif etmişler; Sünen yazarı Ebû Davut es-Sicistanî, Ebû Bekir el-Hallâl, Ebû Bekir Abdulaziz, Ebû Hafs, Ebû Ali b. Musa, el-Kadî Ebu Ya’la, İbn Âkil ve diğerleri gibi. Belirli bazı edep konuları ile ilgili eser tasnif edenler, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, duâ, tıp, giyim ve diğer konularla ilgili et-Taberânî, Ebû Bekir el-Acurrî, Ebû Muhammed el-Hallâl, el-Kadî Ebû Ya’lâ ve oğlu Ebû’l-Hasan, İbn Cevzî ve diğerleri eserler yazmışlar.”[13]
Şer’î Edebler konusunda tasnif edilen eserler şunlardır:
Buhârî’nin (r.a.) el-Edebü’l-mufred’i.
Sahihi’l-Buhârî’de (r.a.) (el-Edeb) bölümü.
Sahîh Müslim’de (r.a.) (el-Adâb) bölümü.
Ebû Davut es-Sicistânî’in (r.a.) Sünen’inde (el-Edeb) bölümü.
et-Tirmizî’nin (r.a.) Sünen’inde (el-Edeb) bölümü.
İbn Mâce’nin (r.a.) Sünen’inde (el-Edeb) bölümü.
Beyhâkî’nin (r.a.) (el-Âdâb) kitabı.
Hatib el-Bağdadî’nin (r.a.) (el-Cami’u-li ahlaki’r-ravî ve âdâbî’s-sâmi’) kitabı.
İbn Abdi’l-Berr’in (r.a.) (Cami’u beyâni’l-ilmi ve fadlih) kitabı.
10- İbn Cemâ’a’nın (r.a.) (Tezkiretü’s-sâmi’ve’l-mutekellim fi edebi’l-‘âlimi ve’l-mute’âllimi) kitabı.
11-İbn Muflih el-Hanbelî’nin (r.a.) (el-Âdâbü’ş-şer’iyye) kitabı.
12- İbn ‘İmmâd el-Akfehesî eş-Şafiî’nin (r.a.) (Âdâbü’l-ekl) kitabı.
13- Abdulfettah Ebû Gudde’nin (r.a.) (Min edebi’l-islam) kitabı.
14- Fuad eş-Şelhub’un (r.a.) (el-Âdâb) kitabı.
Vb. çok sayıda eser vardır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ALLAH VE RESULÜNE KARŞI OLMASI GEREKEN EDEPLER.
En önemli ve en büyük edeplerden biri, sözlü ve fiilî bütün İslâmî edepleri kapsayan, onları düzenleyen ve onları teşvik eden, planlarını çizen ve detaylarını kapsayan edep, Allah ve resulüne karşı olan edeptir. Çünkü bu edep, gerçek anlamda dinin tamamıdır. Bundan dolayı ben bu edebi, kitabın baplarından önce bir giriş mahiyetinde ele aldım. Böylece bu edep, diğer bölümler için bir hazırlık ve onlara bir sebep olsun diye. Bu konuyu anlayan ve onu iyi bilen ve tam olarak araştıran kimseye göre durum böyledir. Sonra ben Allah ve peygambere karşı uyulması gereken her türlü edebin sonunda bu edebin bazı faydalarını ve bu edeple amel edildiği zaman elde edilen güzel etkilerinin bir kısmını anlattım.
Yüce Allah’a ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (s.a. s.) karşı uyulması gereken edeplerden bazıları şunlardır:
Birinci edep : İbadeti yalnız Yüce Allah için yapmaktır:
Hiç şüphe yok ki bu edep, Allah’a karşı yapılan en büyük edeptir. Bu Allah’a iman etmenin, Onu tanımanın, Onun Rabb olduğuna, isimlerine ve sıfatlarına inanmak, yalnız Allah’ın ibâdet etmeye müstahak olduğuna inanmak imanın en büyük meyvelerindendir. Çünkü o (gerçek) mülk sahibidir, işleri düzene koyandır, tasarruf sahibidir. Halkı yalnız başına o yaratmış ve rızıklarını veren O’dur. Bu konuda mahlukatlarından hiç kimse ona ortak değildir. Bundan dolayı o yalnız başına kendisine ibâdet edilmeye müstahaktır. Herhangi bir ibâdet çeşidini Yüce Allah’tan başkasına yapmak caiz değildir. Kim olursa olsun, ister Allah’a en yakın meleklerden olsun veya gönderilmiş peygamberlerden biri olsun, veya salih bir veli olsun, veya taş (heykel), ağaç, veya yıldız olsun veya bunlardan başka bir şey olsun. İşte bu inanç şekli bazı sözde müslümanların sahip oldukları inançlarının hükümsüz/batıl olduğunu açıklayan bir husustur. Bunlar, mezarlara, türbelere, manevî toplantı yerlerine ve salih kimselerin mezarları gibi yerlere gidip gelen ve yukarıda saydıklarımızdan fayda umarlar, zararı ortadan kaldırmalarını isterler, ve onlardan ihti-yaçlarını gidermelerini isteyen kimselerdir. Halbuki o mezarlarda defnedilenler, başkalarına bir fayda vermek ve zararı uzaklaştırma gücüne sahip olmadıkları halde, kendi şahıslarına ne bir fayda sağlarlar, ne de kendilerinden bir zararı uzaklaştırırlar. Bu inanç şekli, Allah’a ortak koşmakla ilgili en büyük âmellerdendir. Maalesef islam ülkelerinin çoğunda bu hususlar, yaygın bir bela haline gelmiştir. Bu hile ve hurafeler yadırganmayan yaygın bir hale gelmiştir. Bu saydıklarımızın perdesi altında, haksız yere insanların malları yeyilmiş ve günahlar işlenmiştir. Allah’ın güç ve kuvvetinden başka hiç bir güç ve kuvvet yoktur.
Zayıf aklı ona bu yaratığın kendisine zarar veya fayda verebileciğine dair kandıran kimseye yazıklar olsun. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “ … Doğrusu Allah’tan başka taptıklarınız, size bir rızık veremezler. Öyleyse rızkı Allah katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz ancak O’na döndürüleceksiniz.”[14] Ve Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “ ….Onu bırakıp da taptığınız ilahlar ise, bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip değilleridir. * Eğer onları çağırırsanız sizin çağrınızı işitmezler. İşitseler bile , size cevap veremezler. Kıyâmet gününde de sizin kendilerini Allah’a ortak koştuğunuzu inkar ederler. (Bu gerçeği) sana herşeyden haberdar olan (Allah) gibi haber veren olmaz.”[15] Bu konuyla ilgili âyetler çoktur.
Bu edebin övgüye layık büyük etkileri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
- İbâdeti sırf Allah’a yapmak. İster çok olsun, ister az olsun, ister büyük olsun, ister küçük olsun. Şöyle ki ihlaslı âbid, önünde Allah’tan başkasını görmeyecektir. Böylece ibâdeti ile ona yönelecek ve ibâdetini yalnız ona yapacak, ibâdetini bu ihlasa aykırı olan veya bütün-lüğünü azaltacak her şeyden arındıracak. Allah için yapılan bu ihlas, bu milletin en büyük temel kural-larından ve sağlam esaslarından biridir. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmuştur: “ De ki : “Ben dini yalnız Allah’a halis (katıksız) kılarak ona ibâdet etmekle emrolundum.” [16] Ve Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “ Halbuki onlara (Tevrat ve İncil’de) dini sadece Allah’a tahsis ederek, onu birleyerek Allah’a kulluk etmeleri, namazı dosdoğru kılmaları, zekât vermeleri emrolun-muştu. İşte doğru din budur.”[17] Bu anlama gelen çok sayıda âyet vardır.
- Sözlerde ve yapılan işlerde Riyâdan uzak olmak. Bu husus bir önceki konuyla bağlantılıdır. Çünkü kim ihlası nefsinde gerçekleştirirse, onun bütün sözleri ve yaptıkları bu ihlastan kaynaklanıyor. Ve o (şahıs) kalb gözü ve aklı ile Yüce rabbinden başka önünde bir şeyi göremez. Böylece sözlerinde ve yaptıklarında riyâ kalmaz. O bu yaptıklarıyla dünyayı ve mahluklardan herhangi birinin rızasını / hoşnutluğunu kasdetmez. Bilakis o âmelleriyle Yüce Allah’ın rızasını ve Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmayı kasteder. İnsanların niyetleri, irâdeleri ve amelleri halis olduğu zaman ve riyadan soyutlandığında bu onların dinlerinin ve dünya işlerinin düzene girmesinin en büyük sebeplerinden biri olur.
- Allah’a ortak koşmak ve riyânın bütün şekilleriyle savaşmak. Çünkü mümin, kendisine verilen her türlü gücüyle, Allah’a ortak koşmak, dolandırıcılık ve hurafenin bütün çeşitleriyle savaşmanın kendisi için gerekli olduğuna inanır. Ve insanlara, Allah’a ortak koşmanın kusurlarını ve batıl olduğunu bütün yönleriyle açıklamak mecburiyetindedir. Böylece o fitne ortadan kalksın ve din tamamıyla Allah’a ait olsun diye diliyle eliyle ve malıyla şirk ile mücadele eder.
İkinci edeb: Yüce Allah’a saygı göstermek ve onu yüceltmek:
Çünkü Yüce Allah’a inanan kimse, Yüce Allah’ın bu kainatın tamamının rabbi olduğuna inandığında ve etrafında bulunan mahlukatlarda ve diğer varlıklarda Allah’ın yüceliğini; ve bunlarda görünen Yüce yara-tıcının yüceliğini ve Onun sınırsız kuvvetini gördüğünde; ve Yüce Allah’ın her türlü olgunluğa sapih olduğuna ve her türlü noksandan uzak olduğuna inandığında; ve yaratıklarının Onunla (Allah’la) ilgili her şeyi bilmekten veya Onun gerçek mahiyetini anlamaktan aciz olduklarını gördüğünde… insan bütün bunları gör-düğünde ve bunlara inandığında onun kalbinin Allah’ı yüceltmekle dolu olması gerekir. O Allah’ı öyle yüceltecek ki hiç bir yücelik, ona denk ve yakın olmayacaktır. Öyleki bütün yarattıkların değeri onun kalbinde küçük görünecek; o şahıs, kendine göre Yüce Allah’tan başka gerçek anlamda yüce olan ve gerçek anlamda değerli olan hiç bir şeyi görmeyecektir. İşte bu inanç, aşağıda zikredilen birçok sonucu verir. Bunlardan bazıları şunlardır:
- İtâat ve iyi işleri hemen yapmak,
- Bütün şekilleriyle günahtan, kötülükten ve bozgunculuktan uzak durmak.
- Yüce Allah’ın zatı hakkında halktan korkmamak, (menfaatı) umulan veya kendisinden korkulan kimse yanında hak sözü açıkça söylemek.Üçüncü Edeb: Yüce Allah’tan korkmak.İşte bu korku, Müslüman için en faydalı şeylerdendir. Ve özellikle de güçlü olduğu zaman ve gençliğinde. Hatta bu korkunun her durumda ve ömrünün her aşamasında müslümanla birlikte olması ve hiçbir şekilde ondan ayrılmaması gerekir. (Bu korkunun) Yüce Allah’tan korkan bu korkuya sahip olan Müslümana menfaatları ve çok büyük faydaları vardır. Allah korkusundan çok faydalar kaynaklanır, meydana gelir. Bunların bazıları şunlardır:
- Allah’tan korkmamaya gelince, O Allah’a karşı edepsizliktir. Bu durum, insana Allah’a karşı isyan etmesini, onun koyduğu sınırları aşmasını ve Yüce Allah’ın yasakladığı şeyleri yapma cesaretini verir.
- Bu Yüce Allah’a karşı en büyük edeplerdendir. Bu korku da Allah’ın kadrini bilmek, onun mahlukatlarındaki gücünü ve gücünün büyüklüğünü, onun güç ve kuvvetinin ne kadar fazla olduğunu ve Onun kendi düşmanlarından, peygam-berlerinin düşmanlarından ve velilerinin düşmanlarından intikam almasının ne kadar büyük olduğunu ve bu dünyada onların başına getirdiği azabı bilmesiyle olur. Aynı şekilde (Yüce Allah’ın) Kurândaki tehditleriyle ilgili âyetlerde ve Onun kabirde ve Cehennemde düşmanları için hazırladığı azab çeşitlerini hazırlaması hakkında düşünmekle gerçek-leşir. Müslüman, Yüce Allah’ın dilediği zaman bütün yaratıkları azab edeceğine gücünün yettiğini ve Onun kazasını reddecek kimsenin olmadığına ve Onun hükmünü geri çevirecek/engel olacak kimsenin bulunmadığına inanıyorsa ve Yüce Allah’ın azabının, vasfetmek ve tasavvur etmekten büyük olduğuna inanıyorsa; Mümin bütün bunlara kesin olarak inanıyorsa bu inancı Yüce Allah’tan korkmasına ve Ondan heybet duymasına vesile olur. Öyleki bu korku, onun kalbini doldurur ve onun damarlarına işler ve onun vücudunda kan dolaşımı gibi hareket eder. İşte bu korku, Müslümanın Allah’a isyan etmesine engel olur ve onun Allah’ı kızdıracak şeyleri yapmasına engel olur. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: “ … İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor. Ey kullarım! Benden korkun.” [18] Ve Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “ İşte biz, onu böylece Arapça bir Kur’ân olarak indirdik. Biz, onda çeşitli tehdit usluplarını kullandık ki, belki sakınırlar, yahut o (Kur’ân) onlara bir ibret ve uyanış dersi verir.” [19]
- Allah’a karşı günah işlemekten sakınmak ve onlardan kaçınmak.
- Farzlara ve ibadetlere yönelmek ve onları gerçekleştirmek ve onları tam yerine getirmek.
- Allah ile bağlantı kurmak. Çünkü ondan başka sığınilacak ve yalvarılacak kimse yoktur. Onun azabından da ondan başka kimse insanı koruyamaz.
- Kalben halkla beraber olmak ve onlardan korkmamak. Çünkü Allah korkusu ile dolu olan bir kalb, ondan başkasından korkmaz. Bilâkis her şey böyle bir kalbe sahip olan kimseden korkar. Günahkâr insanların salih insandan korktuklarını görüyorsunuz. Halbuki salih insanlar, günahkâr-lardan korkmazlar.
Dördüncü edep: Allah ve Resulünü diğer kimselerden daha çok sevmektir :
(s. 24) Bu Yüce Allah ve peygamberine karşı uygulanan en büyük edeptir. Bu sevginin aslı, müminin kalp gözüyle Yüce Allah’ın kudret ve hikmetini, onun ilmini ve azametini gördüğü vakit gerçekleşir. Mümin, Yüce Allah’ın bütün cemâl ve kemâl sıfatlarına muttali olduğu zaman, onun bütün ayıp ve kusurlardan münezzeh olduğunu gördüğü zaman bu sevgi gerçekleşir. Yine bu sevgi müminin kalp gözüyle Yüce Allah’ın azamet ve kemal sıfatlarla vasıflanmış olduğunu, onun sabırlı olduğunu, kullarını günahlarından dolayı hemen cezalandırmadığını bilâkis onlara mühlet verdiğini ve onlara karşı sabırlı olduğunu anladığı zaman gerçekleşir. Yine bu sevgi müminin, Yüce Allah’ın , ister mümin isterse kâfir olsun bütün kullarını rızıklandırdığını ve onların günahlarından dolayı rızıklarını kesmediğini gördüğü zaman bu sevgi gerçekleşir. Yüce Allah , insanlara ihsan ettiği en büyük faziletlerin sahibi ve dünyada insan hayatında ona verdiği bütün nimetlerin sahibidir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Size verilen her nimet Allah’tandır.[20] Allah, her şeyden münezzeh olduğu gibi insanı yoktan var etti. O, İnsanların bütün işlerini idâre eden, insanın din ve dünyasının yararına olan faydalı şeyleri emredendir. Mümin, bütün bu şeyleri gördüğü zaman, kalbi sınırsız bir sevgi olan Yüce Allah’ın sevgisiyle dolar. Her şeyden münezzeh olan Yüce Allah’ın itaatine götürecek mutlak bir sevgiye kavuşur. Gerçekten bu sevgi mümini, Allah’ın razı olduğu şeyleri yapmaya ve onun hoşnut olmadığı şeylerden de kaçınmasına vesile olacak bir çabaya sevk eder.
Bu sevginin, kesinlikle diğer bütün sevgilerden daha üstün olması gerekir ve bütün sevgilerin kaynağı olması gerekir. Bunun dışındaki bütün sevgiler ikinci planda olmalıdır. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “ İman edenler, Allah’ı her şeyden daha fazla severler.” [21]
Peygamber efendimiz (s.a.s), kişiye en çok iyilikte bulunan ve Yüce Allah’ın dininin ve şeriâtını tebliğ eden, dosdoğru yola, cennete götürecek ve bütün hayır yollarına dâvet eden, cehennemden ve kötü fiiller işletecek olan bütün kötü yol-lardan da sakındırıcı olarak aynı zamanda da insanlara iyilik olarak onlara bahşedilen en büyük varlıktır. Peygamber (s.a.s.), dâveti tebliğ etme konusunda her türlü çabayı harcadı ve herhangi bir şeyi eksik bırakmadı. Bu dünyadaki her Müslüman, Muhammedî dâvetinin birer meyvesidir. İşte bundan dolayı, her Müslüman’ın gönlünde, Allah ve resu-lünün sevgisi her şeyin sevgisinden daha yüce olmalıdır. Peygamber efendimiz (s.a.s)’in buyurduğu gibi: “Üç sey bir kimsede bulunursa, İmanın tadını alır. Allah’ı ve Resulünü her şeyden daha çok sevmek….”[22] Her Müslümanın pey-gamber efendimizi her şeyden daha çok sevmesi gerekir. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi: “Sizden biriniz beni babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe gerçek mümin olamaz.”[23]
Bir mümin bütün bunları görüp müşâhede ettiği zaman, bunlara iman edip ve bunları kalbine tam olarak yerleş-tirdiğinde, kalbi Allah ve resulünün sevgisiyle dolup taşar. Hiçbir sevgi, ne Allah ve resulünün sevgisinden üstün olabilir ne de ona yaklaşabilir. Yüce Allah’ın , mümin-lerden bahsederken buyurduğu gibi: “Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir.”[24] Böylece Allah ve resulünün (s.a.s) sevgisi, eş ve çocuk sevgisinden, kendi benliğini sevme sevgisinden daha ağır basar. Bilâkis kulun bütün sevgisi, Allah’a duyulan sevgiye nispeten ikinci plandadır ve ondan daha aşağı bir seviyededir. O, her şeyi ancak Allah için sever. Salih insanlar, Yüce Allah yı sevenler zümresinden oldukları için onları da sever. Salih ameli de Allahın sevdiği amel olduğu için ve Allahın sevgisini kazanmaya yardımcı olduğu için sever. Böylece Allah sevgisi, kulu bütünüyle kuşattığı gibi, bütün sevgisini etkiler, kulun hal ve hareketleri, konuşması Allahın sevgisine uygun olarak ondan ortaya çıkar.
İnsanın, Yüce Allah onu sevmedikçe onun Allah’ı sevemeyeceğini bilmesi gerekir. Allah, bir insanı sevdiği vakit, onun da kendisini sevmesini sağlar. O sevgiyi elde etmesinde yardımcı olur. İnsan bu sevgiyi elde etmek için çabaladığında, Allahın onu sevmesi artar. Yüce Allah’ın bu konuda şöyle buyurduğu gibi: “Allah, onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.[25] Yüce Allah, burada kendi sevgisini onların sevgi-sinden önce zikretmiştir. Burada vav harfi tertibi ifade etmek zorunda değildir. Fakat bu âyetteki tertip, bizim işaret ettiğimiz gibidir. Yine de en iyisini Allah bilir.
Nasıl olur da, müminin kalbinde Allahın sevgisi diğer bütün sevgilerden üstün gelmez? Nasıl olur da, onun kalbi Allahın sevgisi ile meşgul olamayacak kadar sevgi ile dolma-maktadır? Yüce Allah, insana en çok nimet veren ona ihsanda bulunan, onun günahlarını ve hatalarını bağış-layandır. Diğer insanlardan daha fazla Yüce Allah, kendisine ikram ve ihsanda bulunandır. O, insanı yoktan var eden ve ona çeşitli nimetler verendir. Bütün bu sayılanlar, müminlerin kalblerinde tam ve halis bir Allah sevgisi olmasını gerektirmez mi?
Nasıl olurda, peygamberin sevgisi diğer bütün mahlûkatın sevgisinden üstün olmaz? Müslümanlar onun faziletini, Allah’ın ona karşı olan sevgisini ve onun bütün mahlûkat için bir şefkatli olarak gönderilmesini biliyorlar. Bütün bunlar, onun sevgisini en büyük sevgi yapmaz mı? Bu sevginin birçok faydası ve sonuçları vardır. Onlardan bazıları şöyledir:
1- Mümin, insanlardan sadece salih insanları sevmelidir. Çünkü onlar Allah’ı seven insanlardır.
2- Mümin, salih amelleri, hayırlı olan amelleri ve itâate götürecek amelleri sever. Çünkü onlar Allahın sevdiği ve onun sevgisini elde etmeye yardımcı olan âmellerdir.
3- Mümin, Allahın sevmediği kâfirlerden, münafıklardan, (Allah’a) isyan edenlerden, kötü fiillerden ve bunun benzeri olan her şeyden nefret eder. Çünkü Allah, bütün bunlardan nefret eder. Bunları ve bunları yapanları sevmez. Ayrıca bir kimse başka bir kimseyi severse, hal ve hareketlerinde sevgilisinin rızasına uygun hareket eder.
4- Mümin, Yüce Allah, tarafından kendisine farzlar emredildiği için bunları eda etmede acele etmeli ve bunları ihmal etmemelidir. Sonrada nafile ibadetleri arttırmalı ve bu ibadetleri sürekli yapmalıdır. Çünkü bu ibadetler Allah’ın sevgisini kazanmada yardımcı olur. Yüce Allah’ın hadisi kutside buyurduğu gibi: “Her kim beni tanıyan ve ihlâs ile bana ibâdet eden bir kuluma düşmanlık ederse, ben de ona harp ilân ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben onu severim. Ben kulumu sevince de artık onun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı mesâbesinde olurum.[26]
5- Allah’ı kızdıracak bütün günahlardan uzak durmalı: Çünkü bütün bunlar, Allah katında hoş görülmez. Sevenin –gerçek sevgi ile- sevdiğine karşı isyanı mümkün olmaz veya onu kızdıracak şeyleri yaptırtmaz. Bilâkis o sevgi, sevgilinin istediği fiilleri yapar ve sevgilisinin istemediği fiilleri de terkeder. Bu konuda en güzel sözü söyleyen şöyle demiştir:
Allah’a isyan ettiğin halde, onu sevdiğini nasıl iddiâ edersin?
Bu,ömrüme yemin ederim, mükâyese konusunda eşsizdir.
Eğer sevginde doğru olsaydın, ona itâat ederdin.
Çünkü seven kişi, kimi seviyorsa ona itâat eder.
6- Peygamber efendimizin (s.a.s.) sünnetine tabi olmak ve onun sünnetini terk etmemek gerekir: Çünkü sünnete tabi olmak, Yüce Allah ve peygamber efendimizin (s.a.s.) sevgisinin var olduğuna dair gerçek bir delildir ve sünnete bağlılık onların sevgisini kazanmaya da vesile olur. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[27] Allah, Peygamber efendimizin (s.a.s.) sünnetine muhalefeti ve sünnetin ruhuna aykırı şeyleri yapmaktan da şiddetli bir şekilde sakındırıyor.
7- Allah’ı çokça zikretmek: Çünkü bir kimse bir şeyi severse onu çokça anar. Sevgilisini bir dakika bile aklından çıkarmaz. Yüce Allah’ın sevgisi müminin kalbine yerleştiği zaman, mümin Allah’ı anmaya düşkün olur, Onu kalbinden ve dilinden düşürmez. Sürekli onu zikreder, bu zikirden vazgeçmez. Çünkü bu allah sevgisi bütün duyu organlarını kaplamıştır. Böyle bir anma, mümini Yüce Allah’a yakınlaştıracak olan en büyük vesilelerden biridir. Bu zikir, Müminin kalbine faydalı olan ve onun duyu organlarının da düzelmesi için en faydalı olan şeydir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”[28]
Müminin kalbi ve dili, Allah’ın zikriyle meşgul olduğu vakit, hiçbir şey onu Allah’ı tesbih etmekten, ona hamd etmekten, ona tekbir getirmekten, Ona tehlîl getirmekten (“lâilahe illlellâh” demekten), onu övmekten, onu yüceltmekten, ondan affedilmesini dilemekten, ona duâ etmekten ve Ku’ran’ı Kerîmi okumaktan alıkoyamaz. Hiçbir şey onu emri bil-maruf (iyiliği emretmekten) ve nehyi anil-münkerden (kötülüğü yasaklamaktan), Allah’ın varlık ve birliğine dâvet etmekten ve iyi sözleri söylemekten alıkoyamaz.
8- Peygamber efendimizi (s.a.s.) çokça anmak: Bu, müminin peygamber efendimizi (s.a.s.) çokça sevmekten ve onun peygambere salât getirmesinin faziletini bilmesinden kaynaklanır. Bu konunun bahsi inşallah ileride onyedinci edepte gelecektir.
9- Müminin, her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah için bütün duyu organlarını muhafaza etmesi: Bu husus, Allah’a itaat etmekle ve ona kaşı gelmemekle ortaya çıkar. Müminin bütün hareket ve fiilleri Yüce Allah’ın sevgisi etrafında şekillenmelidir. Duyu organları, Allah’ın rızası dışında hareket etmemelidir. Yüce Allah, bunu hadisi kutside şöyle doğrular: “Ben kulumu sevince de artık onun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli, yürür ayağı mesabesinde olurum (ve bu organlarıyla meydana gelmesini arzu ettiği bütün dileklerini veririm). Diliyle de her ne isterse, muhakkak onları da kendisine ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince de muhakkak kulumu sığındırır, korurum.[29] Başka bir rivayette ise, “o,benim için görür, benim için işitir ve benim için tutar…” buyrulmaktadır. Buradaki amaç, müminin bütün organları ancak Allah’ın rızası çerçevesinde hareket eder. O yalnız Allah’ın sevdiği şeyleri gerçekleş-tirmek için çabab harcar. Sadece hayırlı ameller işlemek, takvalı olmak, Allah’a itâat etmek ve Yüce Allah’ın rızasını kazanmak için çaba harcar.
10- Allah’ın mümin kulunu muhafaza etmesi: Çünkü kim Allah’ı severse ve bu sevgiye sadık kalırsa, Allah da onu sever. Allah da bir kimseyi severse, onu bütün kötülük-lerden muhafaza eder. Kim Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirir ve yasaklarından kaçınırsa Allah da onu korur. Peygamber efendimizin (s.a.s.) buyurduğu gibi: “Sen Allah’ı (hakkını) koru ki o da seni korusun, Allah’ı (c.c.) koru ki onu yanında bulasın.” Başka bir riyâvette ise, “önünde” diye geçmektedir.[30]
11- Yüce Allah’ın, mümin kulunun isteklerine cevap vermesi, Allah’ın kuluna istediği şeyi vermesi, yâni bu nimet Yüce Allah’ın kulunu sevmesinin neticesi ve meyvesidir. Allah’ın kuluna istediğini vermesi, Allah’tan sığınma isteyince, Allah’ın onu koruması, onu istemediği şeylerden uzaklaşmasıdır. – Bunların hepsi kesinlikle Allah’tandır- İşte bütün bu nimetlerden dolayı kulun, rabbini sevmesi gerekir. Allah’ın kutsî hadiste buyurduğu şeyler bunun gerçekliğini ortaya koyar: “Diliyle de her ne isterse muhakkak onları da kendisine ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince de muhakkak kulumu sığındırır, korurum.” [31]
İşte bütün bu saydıklarımız, ancak kulun Yüce Allah’ın sevgisini elde etmesinden sonra kazanılır.
Beşinci Edep: Sadece Allah’a Tevekkül Etmek
Bütün işlerin sorumluluğu Allah’a aittir. –ona dayanır- Bu, Yüce Allah’ı bilmenin, ona iman etmenin, onun kapsayıcı kudret ve azametini, onun yüceliğini ve hikmetini, onun ilminin her şeyi kuşattığını bilmenin neticesidir. Allah’ın iman edenleri koruduğunu, Allah’ın bir şeyi istediği zaman onu yerine getirdiğini ve bunu engelleyecek hiçbir şeyin olmadığını yakinen bilmenin neticesidir. Yine bu, Yüce Allah’ın kulunu, ister şeytandan isterse de insan ve cinlerden gelecek olan bütün kötülüklerden korumaya gücünün yettiğini bilmenin sonucudur. İşte o zaman mümin Allah’a güvenerek ona yönelir ve ona tevekkül eder ve onun dışındaki hiçbir şeye de tevekkül etmez. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Eğer müminler iseniz yalnızca Allah’a tevekkül edin.” [32] Sadece Allah’a tevekkül etmenin, müminin hayatında çok büyük etkileri vardır. Onlardan bazıları şöyledir:
1- Allah’ın müminin bütün ihtiyaçlarına cevap vermeye yeterli olması: Allah, kulunu insanlardan ve cinlerden gelecek olan bütün kötü şeylerden muhafaza eder ve bütün kötü olan şeyleri ondan uzaklaştırır. Yüce Allah’ın buyur-duğu gibi: “ Kim Allah’a tevekkül ederse, O kendisine yeter.” [33] Kim, Allah’a en güzel şekilde tevekkül ederse, Allah onu bütün kötülüklerden korur. Ömer b. Hattâb bu konuda şunları söylemiştir: “Kim Allah’tan korkarsa Allah onu korur, kim Allah’a tevekkül ederse, allah ona yeter. Kim Allah’a borç verirse, Allah da onun mükâfatını verir, kim de Allah’a şükrederse Allah da ona nimetini arttırır.”
2- Tevekkül, müminin kalbini güçlü kılar. Mümin, hak olan kelimeyi açıkça ifade eder, iyiliği emreder kötülükten de sakındırır, Allah’a (inanmaya) dâvette bulunur, Allah’ın emirlerini yerine getirir ve bunları açıkça ifade eder. Bunları yaparken de kınayanların kınamasından da korkmaz. Yüce Allah’ın zâtı hakkında hiç kimseden çekinmez. Çünkü Allah’ın izni dışında hiç kimsenin ona iyilik ve kötülük yapma gücüne sahip olmadığını bilir. Çünkü o, rızık verenin ve eceli tayin edenin Allah olduğuna iman etmiştir. Peygamber efendimizin (s.a.s.) buyurduğu gibi: “Ruhü’l- Kudüs kalbime, rızkını ve ecelini tamamlamadıkça hiçbir canlının ölmeyeceğini üfledi. Öyleyse Allah´tan sakının ve rızık talebinizi güzelce yapın, rızkın gecikmesi sizi Allah’a isyana giden yollarda Onu arama isteğine sürüklemesin. Rızık, ancak Allah’a itâatle elde edilir.”[34]
3- Rızık isterken tasarruflu davranmak: Çünkü Mümin, dünyada rızkını kazanmak için çalışmasının kendi rızkını asla artırmayacağını bilir. Çünkü rızkı, Yüce Allah tâyin eder ve onun miktarını kendi belirler. Bu dünyada tasarruflu davranmak zaten peygamberimizin bir emridir. Yukarıdaki hadisi şerifte bu husus belirtilmişti.
4- Müminin, meşru sebeplere başvurması: O, bütün işlerinde ve bütün ihtiyaçlarını karşılama ve hedeflerine ulaşma hususunda meşru sebeplere başvurur. Tabii ki bütün işlerin sorumluluk ve yetkisi Allah’a ait olduğu bilinci ile bunları yapar. Allah’a karşı sorumluluk ve bilincinin farkında olarak, neslinin devamı ve salih çocuk sahibi olmak için evlenir. Tarlasını kazanç ve ürün elde etme ümidiyle eker ve sular. Fakat her şeyin yüce Allah’ın emrinde olduğunu bilir. Hastalığından kurtulma ümidiyle tedavi olur. Fakat şifanın Allah’ın elinde olduğu da bilir. Sadece maddî meşru sebeplere başvurmak tevekkül olmadığı gibi, bunları bütünüyle terk etmekte insanlara güvenmektir, tevekkül değildir.
Altıncı Edep: Yüce Allah’a bağlı Olmak
Müminin kalbi, sevgi, korku ve ümit anında, onu yüceltme anında, tevekkül zamanında, ona sığınma anında, kalbinin her atışında yüce Allah’a bağlı olmalıdır. Bütün uzuvları, yüce Allah’ın emri doğrultusunda, onun rahmetini umarak ve azabından korkarak, ondan faydalı şeyler isteyerek ve zararların def’i isteği içinde hareket ederler. Bütün bunlar, yüce Allah’ın açık kudret ve delilini, onun rabbanî hikmet ve azametini gördüğü ve bildiği içindir. Kim böyle bir şekilde gönülden Allah’a bağlı olursa, Allah da onun bütün ihtiyaçlarını üstlenir ve bütün işlerinde onu destekler.
Yedinci Edep: Allah’a Karşı Mütevazı Olmak ve Ona Muhtaç Olmak
Mümin bir kulun, yüce Yüce Allah’ın hikmetini, ona karşı koyulmaz olan gücünü, onun apaçık izzetini, onun yarattığı mahlûkatından üstün olduğu ve onun mahlukatlarına muhtaç olmadığını, mülkünün tek sahibi olduğunu ve onun apaçık yüceliğini görmesidir. Sonra mümin, düşünerek kendi nefsine ve yüce Allah’ın yarattığı bütün mahlûkata döner. Bütün mahlûkatları bunun tam aksi şeklinde bulur. Onlar, sefalet, zayıflık, fakirlik içinde ve eksikliklerle nitelenmiş bir şekilde bulur. Onlar bütün hayat işlerinde Allah’a muhtaçlar, göz kapaklarını hareket ettirmek kadar bir zaman içinde bile Allah’tan müstağni değillerdir. Hepsi yok olmaya mahkûmdurlar. Mümin, bütün bunları kendi nefsinde ve etrafında olan şeylerde farkına vardığı zaman, Allah’a karşı olan saygısı ve boyun eğmesi, zelilliği ve alçak gönüllü olması artar. Günahlarının bağışlanması, hastalıktan kurtulmak için, eksik ve noksanlıklarının giderilmesi için Allah’a sığınır ve Ona yalvarır. Müminin mütevazi olmasının birçok âlameti vardır. Onlardan bazıları şunlardır:
1- İnsanlara karşı mütevazi olmak: Yani gururlanmamak, kibirlenmemek ve kendisini üstün görmemektir. Bilâkis, Yüce Allah’a karşı mütevazi olduğu için insanlara karşı da mütevazı olması gerekir. Bu tevazu, kul ile insanlar arasındaki en büyük iyi geçinme sebeplerindendir. Pey-gamber efendimizin (s.a.s.) buyurduğu gibi: “Allah Teâlâ hazretleri, bana mütevâzî olmanızı emretti. Öyle ki, hiç kimse hiç kimseye karşı böbürlenmesin, hiç kimse hiç kimseye karşı tecâvüzde bulunmasın.[35]
2- Bütün işlerinde yüce Allah’a bağlı olmak ve her şeyi ona bırakmak: Bütün ihtiyaçları yüce Allah’tan istemektir.
3- Mümin kişinin imanının artması: Çünkü yukarıda anlatılanlar en büyük ibadetlerdendir. İnsan, bu hususlarda olgunlaştıkça ve her ne vakit onun imanı artıkça Yüce Allah katında onun değeri artar.
Sekizinci Edep: Yüce Allah’a Sığınmak
Bu, daha önce bahsettiğimiz şeylerin neticesidir. Mümin, Yüce Allah’ın var olan her şeyin sahibi, yerin ve göğün idare eden ve her şeye kadir olduğunu özümsediği zaman yüce Allah’a kâinatın sahibine, şeref ve izzet sahibi olan Allah’a sığınır. Kendisini bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’ın kapısına atar. Allah’ın kendisine verdiği nimetleri itiraf eder. Zayıf ve acizlik zamanında Allah’a sığınır, ondan korkar ve yine ondan yardım ister. Özellikle de musibet ve bela zamanlarında Allah’tan yardım ve dayanma gücü ister. Allahın dışındaki hiçbir şeyi ilah olarak kabul etmez. Bunlar ister insanlardan olsun, ister taşlardan, isterse meleklerden, isterse de salih bir insan olsun bunlar hiçbirini ilah edinmez. Hiçbir ihtiyacını onlardan istemez. Çünkü bunlar kendi ihtiyaçlarını kendileri gideremez. Bilâkis bütün ihtiyaçlarını gidermesini Allah’a arz eder. Mümin, Allah dışındakilerin hiçbir şeye sahip olmadığını bilir. Allah’a sığınma ve ona gönülden bağlanma ubudiyetin esasını ve gerçek özünü oluşturur.
Dokuzuncu Edep: Yüce Allah’tan Utanma
Bu edep, Allah’a karşı yerine getirilen en büyük edeplerden biridir. Mümin, yüce Allah’ın bütün her şeyi işittiğini, yapılan bütün fiilleri gördüğünü, gizli ve açık olan her şeyi bildiğini, onu gözetlediğini, onun farkında olduğunu, her nefsin ne kazandığını bildiğini özümsediği zaman, Allah’ın kendisini kötü bir fiil işlerken, çirkin şeyler konuşurken ve bozgunculuk için uğraşırken görmekten utanır. Mümin, bütün hal ve hareketlerinde ve her zaman Allah’tan utanmalıdır. Böyle bir edebi hiçbir zaman terk etmemelidir. Özellikle tek başına kalıp, gözlerden ırak olduğu zaman, Allah’ın kendisini gözetlediğinin bilincinde olduğu ve günah işlerken Allah’ın kendisni gördüğünün farkına vardığı zaman utanır. Böyle bir Allah’tan utanma duygusu, mümin için en faydalı olan şeylerden biridir ve bunun hayatında çok önemli etkileri vardır. Bu etkilerden bazıları şöyledir:
1- Günahlardan uzak durmak ve Allah’a itâatte aceleci olmak: Bu, Allah’ın kendi kulunun emrini terk edip, onun yasakladığı şeyleri yapmasına muttali olması, mümin de Allah’ın kendisini bu şekilde görmesinden utanır ve yaptığı hatadan geri döner.
2- Allah’ın kuldan utanması: Çünkü bir şeyin karşılığı kendi nevindendir. Bir kimse Allah’a isyan etmekten utanırsa, Allah da kıyâmet gününde ona azap etmekten utanır. Peygamber efendimiz ( s.a.s.), bir ilim meclisinde üç kişiden bahsederken şöyle buyurmuştur: “Bu üç kişinin hâlini size haber vereyim mi? İçlerinden biri Allah’a sığındı, Allah da onu barındırdı. Diğeri Allah’tan utandı, Allah da ondan hayâ etti. Öteki ise (bu meclisten) yüz çevirdi, Allah da ondan yüz çevirdi.”[36]
3- Hayânın müminin zihnine yerleşmesi: Çünkü kim hayâyı adet haline getirirse ve bu hayâsı onu çirkin fiilleri işlemekten korursa, bu hayâ, onun karakter ve tabiatının ayrılmaz bir parçası haline gelir. İnsanlara karşı utangaç olur. Böyle bir hayâ, onu çirkin fiilleri işlemekten alıkoyar. Hayâ imandandır. Peygamber efendimizin (s.a.s.) buyurduğu gibi: “İman, yetmiş küsur şubedir. Hayâ da imandan bir şubedir.” [37]
Onuncu Edep: Allah’ın İsimleri ve Sıfatlarınnın Anlamlarının Gerektirdiği Şekilde Âmel Etmek
Bu, yüce Allah’a iman etmenin en büyük meyvelerinden biridir. Çünkü kim, izzet ve şeref sahibi olan Allah’a iman ederse, Yüce Allah’ın isimlerine ve yüce sıfatlarına kesin bir şekilde iman ederse, onların hakîki ve tam mânâlarını Allah’a izafe ederse, bütün bunların mânâlarını kafasına ve gönlüne yerleştirirse, böyle bir iman onun hal ve hareketlerinde kendisini gösteren bir sonuç olur. Bütün duyu organlarında kendisini hissettir. Onun söz ve fiillerinde ortaya çıkar. Kim, Allah’ın işitici olduğunu bilirse, yüce Allah’ı kızdıracak bir şey söylemez, Allah’ın onu yazma-sından ve onun ile kendisini hesaba çekeceğinden korkar.
Kim, Allah’ın her şeyi gören ve gözetici olduğuna iman ederse, kendisi günah işlerken Allah’ın kendisinin yaptığını bilmesinden ve onu büyük bir azapla azap etmesinden korkar. İşte o zaman, o günahları işlemekten sakınır ve onlardan uzak durur. Kim, Allah’ın güçlü olduğuna kesin olarak inanırsa, Allah dışında hiç kimseye itâat etmez ve boyun eğmez. Kim Allah’ın rızkı daralttığını veya bol bol verdiğine kesin bir şekilde iman ederse, rızkı dağıtan, istediğine bol istediğine az veren ve rızkı dağıtma konu-sunda kendisinin dışında sığınılacak bir merciin olmadığına iman ederse, rızkının bol olması için veya başka bir şey için Allah’tan başkasına yalvarmaz. Kim de güçlü, azamet ve kudret sahibi olan, her şeyi gören ve gözetleyen Allah’a iman ederse, onun Allah’a karşı olan itâati artar, içindeki bütün beşeri güçler zayıflar ve onların önünde herhangi bir zayıflık ve korku hissetmez.
Allah’ın bütün isim ve sıfatları için durum böyledir. Onların mânâlarının tam ve hakîki bir şekilde hissedilmesi gerekir ve gerektiği şekilde de âmel etmek gerekir. Gerçekten Allah’ın bu isimleri sayılsa, peygamber efendimizin (s.a.s.) buyurduğu gibi: “Allah’ın 99 ismi vardır, yüzden bir eksik. Kim bunları sayarsa (ihsâ ederse) cennete girer.”[38]
Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının anlamlarını devamlı zihinde tutmak, mümin için en faydalı olan şeylerden biridir. Ve Müslüman’ın davranışlarını ve duyu organlarını düzenleyen en büyük etkenlerden biridir. Yine bu isim ve sıfatları zihinde tutmak, kalbin, duyu organlarının ve müminin amellerinin düzelmesi için bir sebeptir. Aynı zamanda bu, hakîki bir imanın oluşmasında en büyük yardımcı olur.
On Birinci Edep: Allah’ı Övmek
Çünkü kim, Allah’a iman eder, onun azamet ve kudretine, yüceliğine, tam bir ilme sahip olduğuna, onun hikmetine, her şeydeki apaçık olan rabbanî azamet ve kudreti kalp gözüyle görürse, Allah’ı bilme ve ona iman etme davetini hatırlarsa, sonra her türlü şeyde sabit olan yüce Allah’ın isimlerinin mânâlarını kendi benliğinde hissederse, sonra şu âyeti okursa: “Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah’ın, Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar (bunu) bilmezler.[39] İşte o zaman, mümin yücelir, zayıf ve zillete sebep olan ter türlü etkenden kurtulur. Kendisi Yüce Allah için değerli olur. Mümin, ister zayıf, isterse kuvvetli olsun hiç bir mahluk huzurunda zillete düşmez. Şüphesiz ki o, Yüce Allah’ın katında devamlı azizdir, başkasına boyun eğmez.
On İkinci Edep: İtâatle Meşğul Olup Günahlardan Kaçınma
Şüphesiz ki kim, rab olarak, ibâdet ve itâate layık olarak Allah’a iman ederse, kendi kalbinde onun apaçık kudret ve hâkimiyetini görürse, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarında, kanun ve kaderlerinde onun hikmetini görürse, dünyanın Allah’ın düşmanları olan kâfir ve allah’a isyan edenler tarafından kuşatıldığını ve Allah’ın ahirette onlar için ne hazırladığını bilirse, işte şüphesiz ki bütün bunlar, onu Allah’ın itâatine, farzlarını yerine getirmeye sevk edecektir. Yine bütün bunlar, müminin, küçük ve büyük bütün günahlardan kaçınmasına, Allah’ın azabından korkup yine onun rahmetine sığınmasına ve ondan mükâfat beklemesine vesile olacaktır.
İnsanlar, Allah’a itâat etmekle meşğul olup ona isyan etmekten kaçınırlarsa, bunun dünyada ve âhriette çok faydalı sonuçları olacaktır. Bunlardan bazıları şöyledir:
1- Dünya hayatının bolluk içinde olması: Bu rızıklarda, yiyeceklerde ve içeceklerde bereketin olması demektir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakın-salardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler (in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı onları cezalandırdık.”[40]
Dünya hayatında İnsanların rahat ve huzurunu bozan aynı zamanda onlar arasında farklı türleri olan bozgunculuk ve kötülüklere sebebiyet veren etkenler ortadan kaldırılır. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “ … Kim benim yol göstericime uyarsa, artık o, ne (dünyada) sapar ne de (âhirette) sıkıntı çeker. Her kim de benim zikrimden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyâmet gününde kör olarak haşredeceğiz.”[41] Bu dünyada gördüğümüz bütün fitnelerin, günahların yayılmasından, hayırların terk edilmesinden, yiyecek gıdalarındaki bozulmalardan, belâ ve musibetlerin yaygınlaşması ve diğer benzeri şeylerden meydana gelen fesatların tamamı, kesin bir şekilde Allah’a itâat etmeyi terk etmenin ve günah işlemenin neticesidir. İnsanların müreffeh bir hayat yaşaması, Allah’a itâat etmekle meşğul olmaları ve günahları terk etmelerine bağlıdır.
6- Ahirette kurtuluşa ermek: Bunun da sonucu cennete girmektir. İnsan günâh ve isyandan uzak durduğu ve Allah’a devamlı itâat ettiği için cehennemden kurtulmaktır. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur: “İşte bu (hükümler) Allah’ın koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’a ve Peygamberine itâat ederse, Allah onları, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur. Kim de Allah’a ve Peygamberine isyn eder ve onun koyduğu sınırları aşarsa, Allah onu ebediî kalacağı cehennem ateşine koyar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.”[42] Bunların dışında dünyada ve ahirette birçok faydalı etkilleri vardır.
On Üçüncü Edep: Allahın Kanunları İle Hükmetmek
Yâni Allah tarafından peygamber efendimize gönderilen hükümlerle ve peygamber efendimize indirilen Kur’ân ve sünneti ile hükmetmektir. Böyle bir davranış, Yüce Allah’a imanın, Onun her şeydeki rububiyyetini görüp Ona iman etmenin, bütün âlemin tek yaratıcısına ve idare edenine iman etmenin, kanunlarında, emir ve yasaklarınrdaki eşsiz hikmet sahibine ve onun her şeyi kuşatan ilmine iman etmenin bir sonucudur. Allah, yarattıklarını onlardan daha iyi bilir. Âyette buyrulduğu gibi: “ Hiç yaratan bilmez mi? O, en gizli şeyleri bilir, (her şeyden) hakkıyla haberdardır.” [43] Yüce Allah, kullarına merhâmet eden ve onlardan daha fazla kullarına merhamet edendir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Allah, mü’minlere karşı çok merhametlidir.”[44] Allah, kullarına zerre kadar zulmetmeyen ve onlar için kolaylık dileyen adil bir yöneticidir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Allah, size kolaylık diler, o size zorluk dilemez.”[45] İşte bütün bunlardan dolayı mümin, Yüce Allah’ın bütün yüce ve kemal sıfatlarla vasıflandığını, yarattıklarının bunun aksi sıfatlarla vasıflandığını bilir. Mümin, Yüce Allah’ın kul-larına kudret, ilim ve hikmet ve diğer sıfatlarının gereğince davrandığını bilir. Buna ilâveten mümin, peygamber efendimizin (s.a.s.) hevâ ve hevesine göre hüküm vermediğini de bilir. Bilâkis, peygamber efendimiz, Allah’ın kendisine gönderdiği şeylerle hüküm veriyordu. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Ey Muhammed! Biz sana Kitab’ı (Kur’ân’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana öğrettikleri ile hüküm edesin.”[46] Mümin, bütün bu anlattıklarımıza kesin bir şekilde inanırsa, işte o zaman bütün işlerinde Allah ve peygamber efendimizin emrettiği gibi hükmeder. İşte bu da müminin Kur’ân ve sünnetin hükmüne dönüşü demektir. Mümin nefsini, hevâ ve hevesine muhalif olsa bile, bu hükümlerin rızasına uygun olarak hareket eder. Bu hükümlere tam boyun eğer ve tam bir teslimiyetle bu hükümleri yerine getirir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duy-maksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe imân etmiş olamazlar.”[47]
Müminin, insanlar arasında bu hükümleri uygulamanın tamamen Allah’ın hakkı olduğunu bilmesi gerekir. Bu hususta Allah’ın yarattıklarından hiç kimse ona ortak olamaz. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “ … Hüküm ancak Allah’a aittir…”[48] İnsanlar aralarında Allah’ın kitabı ile ve peygamber efendimizin sünneti ile hükmederlerse, bu şekilde amel etmenin dünyada da ve ahirette de övülmüş birçok sonuçları vardır. Onlardan bazıları şöyledir:
1- İnsanların arasını bulmak: insanlar, Allah’ın kitabına göre hükmettikleri zaman, ondan razı ve ona tam bir teslimiyet gösterdikleri zaman, bir barış ortamı meydana gelir. Bu, insanlar arasında kargaşa ve huzursuzluğa, düşmanlık ve kavgaya, bölünme ve parçalanmayı ortadan kaldırması açısından önemlidir. Saydığımız bütün bu olumsuzların gerçek sebepleri, Allah’ın hükümlerinin uygulanmasını önlemek, insanların yapmış oldukları yetersiz, kendi arasındaki anlaşmazlıkları gideremeyen ve kendilerine faydası olmayan kanunların hüküm sürmesini istemekten ileri gelir.
2- Rızıkta bereket ve güven ortamının sağlanması: Bütün bu olumlu neticeler, Allah ve resulünün emirleri doğrultusunda hareket etmenin sonucudur. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni (Kur’ân’ı) doğru dürüst uygulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol rızık) yiyeceklerdi….”[49] Fakat rızıklardaki ve gıda maddelerindeki eksilme, insanlar arasında ihtilafın meydana gelmesi ve insanlar arasında fesadın yaygınlaşmasına gelince, bütün bunlar Allah ve resulünün hükümlerinden yüz çevirmenin, günahları işlemenin ve fesadın sonucudur.
3- İnsanın insan üzerindeki otoritesinin kalkması: Şüphesiz ki insanlar, Allah ve resulünün hükümleri ile hükmedince, insanlar tarafından yapılan eksik ve yetersiz, onların heva ve heveslerine göre düzenlenen kanunlardan yüz çevirirlerse, bazı insanların bazı insanlar üzerideki otoriteleri, onları kendi hâkimiyetlerine alma gerekçeleri, onların sahte ve kendilerince kutsal gördükleri otoritelerinin salmış olduğu korku ortadan kalkmış olacak.
4- İnsanlar tarafından yapılan fakat Allah’ın hükmüne (kanununa) aykırı olan, insanlar arasında bozgunculuk çıkaran uydurma kanun ve uygulamalarından kurtulmak. Bu kanunlar, Allah’ın koymuş olduğu hükümler ile uyuşması mümkün değildir. Ancak Allah’ın hükümlerine uygun olan ve onlardan ( ilâhî kanunlardan) elde edilenler hariç. Bunlar da Allah’ın apaçık hükümleri bulunmayan konularda Kabul edilir. İnsanların yaptığı kanunlar, Allah’ın hükümleri ile bağdaşmaz aksine onlarla çatışır. Bu kanunlar insanlara uygulandığı vakit Allah’ın hükümleri ortadan kalkar, hâkimler bu kanunlarla hüküm veremedikleri gibi, aralarında anlaşmazlıklar bulunanlar da bu kanunlarla anlaşmazlıkları çözemezler. Aksine hepsinin Allah’ın hükümlerine geri dönerler. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet. Onların arzularına uyma.”[50] İşte bu edebin bunlar ve bunların dışında birçok faydası vardır.
On Dördüncü Edep: Allah’ın Koyduğu Hükümlerin Kolaylık Olduğuna İnanmak
Bir müminin, Allah’ın koyduğu hükümlerin insanlar için kolaylık olduğuna inanması vaciptir. Allah, insanların zorluk çekeceği hiçbir hükmü asla koymamıştır. Aksine İslam dininin bütün hükümleri kolay – bütün övgüler Allah içindir- insanlar için bir hafiflik ve onların zayıf tabiatlarının yararınadır. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi:”Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez….”[51] Allah’ın dininde insanların zorluk çekeceği hiçbir şey yoktur. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “… O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi…” [52]
Bu kolaylık, Kur’ânı kerim ve sünnetten gelen bütün hükümleri kapsar. Bunların hepsinin kolaylık olduğuna peygamber efendimiz şöyle işaret etmiştir: “ İki şey arasında muhayyer bırakıldığımda günah olmadıkça, kolay olanı seçerdim, eğer günah ise, insanları günahtan en uzak olanı olurdum.”[53] Bunun anlamı şudur: Dinde var olan her şey kolaylıktır. Buna aykırı olan da hiç bir şşekilde kolaylık olamaz. Allah’ın koyduğu hükümlerin ve onların zıddı olan (kaynaklaron) aynı anda kolay olması imkansızdır. Peygamberimizin sünneti kolay olduğu sürece, aykırı olan her şey zorluktur. Daha önce geçen hadiste belirtildiği gibi, peygamber efendimizin seçimi kolaylık ise, sünnetin aksine olan her şey o kişinin kendisi için bir sıkıntı ve zorluk oluşturur. Her ne kadar kendisi kolay olanı seçtiğini düşünse de gerçek anlamda hatalı bir seçim yapmıştır. Bütün bunlardan dolayı din, kolaylık vasfı ile nitelenmeyi hak ediyor. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi: “Bu din kolaylıktır…”[54]
Allah’ın koyduğu dininde bir şeyin zorluk olduğuna inanmak ve Allah’ın kullarını sıkıntıya düşürdüğünü düşünmek Allah’a karşı edepsizliktir. Allah hakkında cahiliye dönemi gibi (kötü) zanda bulunmaktır.
On Beşinci Edep: Allah ve Resulüne Kaşı Hüsnü-zan da Bulunmak
Bu Allah ve resulüne karşı yerine getirilen edeplerden biridir. Müslüman, Allah ve resulüne karşı hüsnü zan beslemelidir. Bu hüsnü zandan bazıları şunlardır:
1- Allah’ın zatı hakkında hüsnü zan beslemek: Allah, birdir. Allah’tan başka ilah yoktur. Onun yüce ve mukaddes varlığı, her türlü noksan sıfatlardan ve kusurlardan münezzehtir.
2- Allah’ın ilahlığı hakkında hüsnü zan beslemek: Yüce Allah’ın yarattığı bütün varlıkların işlerini idare eden ve düzene koyandır. Allah’ın dışında yaratma gücüne ve mülke sahip olan hiç kimse yoktur. Allah, en mükemmel ve en yüce rububiyyet sıfatlarına sahiptir.
3- Allah’ın ilahlığı hakkında hüsnü zan beslemek: Yüce Allah ibâdet etmeye layıktır. Yüce Allah’ın dışında ibâdet edilmeye layık olan kimse yoktur. O, kendisine ibâdet edilecek değere ve sebeplere sahiptir. Onun dışındakilerden hiç kimse bu gibi şeylere sahip değildir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “ (Ey Muhammed!) Bil ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.”[55] Yine Yüce Allah şöyle buyuruyor: Bu böyledir. Şüphesiz Allah, hakkın ta kendisidir. O’nu bırakıp da taptıkları ise bâtılın ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür.”[56]
4- Allah’ın isimleri ve sıfatları hakkında hüsnü zan beslemek: Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, yüce isimlere ve sıfatlara da sahiptir. Ona nispet edilecek herhangi ayıp ve kusur yoktur.- Allah korusun!- Aksine Yüce Allah, en hayırlı bütün olgunluk, yüce ve güzel sıfatlara sahiptir. O, her türlü noksan ve kusuru sıfatlardan uzaktır. O, ayıp ve kusur olan bütün sıfatlardan münezzehtir. Ayıp ve kusur gibi noksanlıklar, Yüce Allah’ın sıfatları değildir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “En güzel isimler Allah’ındır. O halde bu isimlerle O’na duâ ediniz.” [57]
5- Allah’ın kudreti hakkında hüsnü zan beslemek: Her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allah, her tülü varlığı yarat-madan önce bilen, bunları daha önce yazan, irâde eden ve yaratandır. Bu âlemde var olan her şey, Allah’ın irâde ve isteği ile meydana gelmiştir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “O her şeyi yaratmış ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.” [58] Yine Yüce Allah şöyle buyuruyor: “ Gökte ve yerde gizli hiç bir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.”[59] Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “ Yeryü-zünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın….” [60]
6- Allah’ın koyduğu hükümler hakkında hüsnü zan beslemek: Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, bizim için her şeyi ile tam ve mükemmel bir şeriat ve din indirmiştir. Onun hükümlerinde kesinlikle herhangi bir ayıp ve kusur yoktur. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “ Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.”[61] Aynı şekilde Yüce Allah, kullarının faydası ve iyiliğine olmayan, kurtuluşa götürmeyen, onları dünya ve ahirette mutlu sona götürmeyecek hiçbir hüküm koymaz. Yine yüce Allah, kullarını zora sokacak ve onların güç yetiremeyeceği herhangi bir hükmü koymaz. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar.”[62] Yine yüce Allah şöyle buyuruyor: “Allah, bir kimseyi ancak kendine verdiği ile yükümlü kılar.”[63]
Aynı şekilde her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, kullarına acıyan, onlar için zorluk değil, kolaylık ister. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez.”[64] Yine yüce Allah şöyle buyurur: “ …O sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yükle-medi…” [65]
7- Peygamber Efendimiz ( s.a.s.) hakkında hüsnü zan beslemek: Peygamber efendimiz, gerçekten Allah’ın gönderdiği bir elçidir. Anlattığı şeylerde doğru olan ve Allah’ın kanunlarını tebliğ eden kişidir. O, Allah’ın kendinsie vahyettiği hiçbir şeyi gizlemedi. Peygamber efendimiz insanlar içinde Allah’tan en çok korkan ve ona en çok itâat eden kimsedir. O insanlar içinde Allah’ın emirlerine en çok uyan ve Allah katında derecesi en yüksek olan kimsedir. O, Yüce Allah’ın cezalarını en iyi bilen kimsedir. Peygamber efendimiz, insanların en çok merhametlisi, insanların hidâyete ermelerini en fazla isteyen ve Allah yolunda en fazla cihad eden kimseydi. Allah’ın selât ve selamı onun üzerine olsun.
On Altıncı Edep: Allah’ı Çokça Zikretmek
Çünkü kim, Allah’a iman eder, onu sever, ondan korkar ve ona gönülden bağlanırsa, Allah’ı kalben çokça zikretmesi gerekir. (Yani Allah’a bağlanmalı ve ona sığınmalıdır.) Allah’ı dili ile çokça anması gerekir. Yani Allah’a tesbih etmeli, hamdetmeli, ona tekbir getirmeli, onu tehlîl etmeli ( lâilâhe illellâh” demelidir. Ona bütün azaları ile duâ ve istiğfarda bulunmalı ve ona itâat etmelidir. Bütün bunlar, Allah’a iman etmenin, onu sevmenin, ona bağlanmanın ve ondan korkmanın gerekliliğidir. Şüphesiz ki kim bir şeyi çok severse, onu çokça zikreder. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “ Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Onu sabah akşam tesbih edin.”[66] Allahı çokça zikretmenin, dünya ve ahirette birçok güzel sonuçları vardır. Onlardan bazıları şöyledir:
1- Kalbin huzur bulması ve devamlı Allah’ı zikretmesi: Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ın zikriyle huzura eren kimselerdir. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur.”[67] Bu zikir, mümini belâ ve musibet anında sarsılmayan, güçlü ve kuvvetli bir kalp ile devamlı Allah’ı zikreden bir kimse haline dönüştürür.
2- Allah’a itâat etmede dürüst olmak: Şüphesiz ki kim, dil ile Allah’ın zikriyle meşğul olursa, o kimsenin günâh olan şeyleri konuşması mümkün değildir. Kim de bütün azalarıyla Allah’a itâat ederse, o günahlarla meşgul olamaz. Böyle bir kimse kalbi, dili ve bütün azalarıyla devamlı Allah’ı zikreden bir insan olur.
3- Şeytandan sakınma: Çünkü şeytan insanı Allah’ı zikretmekten alıkoyar. Kim, Allah’ı çokça zikrederse, kendini şeytandan sakınmış olur. Düşmanın taarruzlarına karşı sağlam bir kaleye sığınan bir kimse gibi, o oda şeytandan sakınmış olur.
4- Salih amelleri çoğaltmak: Çünkü Yüce Allah’ı zikretmek, Allah’a yakınlaşmaya ve sevap kazanmaya vesile olan salih amellerden biridir. Yüce Allah’ı farklı şekillerde zikretmek ile elde edilecek sevap çeşitleri ve sonuçları hakkında çok sayıda hadis rivâyet edilmiştir. Yâni burası, bu konuyu detaylı bir şekilde açıklama yeri değildir.
5- Allah’ın kulunu anması ve onu koruması: Şüphesiz ki kim Allah’ı anarsa, Yüce Allah da o kimseyi anar. Kutsî hadiste belirtildiği gibi: “Ben kulumun zannı üzereyim. O, bana zikrettiği zaman, ben onunla beraberim. Beni kendi nefsinde (içinde) anarsa, ben de onu kendi nefsimde anarım. Eğer beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu, o topluluktan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım….”[68] Allah’ın bir kulunu zikretmesi, o kulun hidâyeti ve doğru yolu bulaması, kurtuluşa ve s mutluluğa ermesinin en büyük sebeplerinden biridir. Allah’ı zikretmenin faydaları ger-çekten çoktur. Burası bu konuyu detaylı bir şekilde açıklama yeri değildir.
On Yedinci Edep: Peygamber Efendimizi Çokça Anmak
Peygamber efendimizi ( s.a.s.) çokça anmak. Gerçekten müminin Peygamber efendimizin ismi anıldığında ona salât getirmesinin gerekli olduğunu bilmesinden kaynaklanır. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve ona tam bir teslimiyetle selam edin.”[69] Peygamber efendimiz (s.a.s.) de şöyle buyurmuştur: “Asıl cimri, yanında ismim anıldığı halde bana salâvat getirmeyen kimsedir.”[70] Zikirlerin en faziletlisi, peygamber efendimizi çokça anmaktır. Onun için her vakit peygamber efendimize çokça salâvat getirmek gerekir. Bu salâvatın faziletini resulullah ( s.a.s.) şöyle açıklıyor: “Kim bana bir defa salât getirirse, Allah ona, on misli merhamet eder.”[71] Peygamber efendimize çokça salâvat getirmek, insanın sıkıntıdan kurtulması, dünya işlerinde kolaylık sağlaması ve kabrin aydınlamasının en büyük vesilelerinden biridir. Müslüman, Peygamber efendimize nasıl çokça salavât getirmesin? Çünkü o, Allah katında, insanların en sevimlisi, insanlara en fazla ihsanda bulunanı ve insanlara bahşedilen bütün hayırlar peyygamberimizin (s.a.s.) dâvetinin bereketi sayesinde olmuştur. Peygamber efendimize çokça salavât getirmek, onun sevildiğine bir delil ve onun yolunda gitmenin bir işaretidir. İşte bu, peygamber efendimize karşı gösterilen en büyük edeplerden biridir.
On Sekizinci Edep: Yüce Allah’tan Sakınma
Yüce Allah’tan sakınma birçok yönden faydası bulunan bir konudur. Şu ana kadar bahsettiğimiz birçok şeyi de içinde barındırır. Buradaki amaç, Allah’a itâat etmekle meşğul olmak, günahlardan sakınma, rahmetinden ümit kesmemek ve azabından korkmaktır. Takvâ, Allah’a imanın en büyük meyvellerinden biridir. Bunun da gerçekten birçok faydası vardır. Onlardan bazıları şöyledir:
1- Allah’ın kulunu koruyup ve gözetmesi: Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Şüphesiz Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve iyilik yapanlarla beraberdir.”[72] Allah’ın takvâ sahibi kuluyla beraber olması demek, Allah’ın kulunu hidâyet üzere tutması, onu doğruya yönlendirmesi, onu koruması, onu başarıya ulaştırması, onu dergâhına Kabul etmesi, ona merhamet edip onu bağışlaması ve diğer şeylerdir.
2- Allah’ın kulunu düşmanın hile ve tuzaklarından koru-ması: allah, onu düşmanların her türlü hile ve tuzaklarına karşı korur. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Eğer siz sabrederseniz ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız onların hileleri size hiçbir zarar vermez.”[73]
3- Allah’ın kuluna hakkı batıldan ayırma yeteneği vermesi: Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, o size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar….” [74] Allah, kendisinden sakınanlar için, hak ile batılı, doğru yol ile sapıklık yolunu birbirinden ayırmak için onlara basiret, hakkı ve batılı birbirinden ayırt edecek bir anlayış verir. Onlar sapkınlığa düşmezler, doğru yoldan sapmazlar, sapkınlığın çukurlarını hak ve doğru yol zannederek oraya düşmezler.
4- Allah’ın kulunun günahlarını bağışlayıp affetmesi: Bu geçen âyetlerde ve bu âyetlerin ihtiva ettiği mânâları içeren diğer açıklamalarda ifade edildiği gibi takvâ, günahların bağışlanıp affedilmesi ve hataların silinmesi için büyük sebeplerden biridir.
5- Allah’ın rahmetinin kazanılması: Yüce Allah’ın buyur-duğu gibi: “… Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekâtı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım (Tahsîs edeceğim).”[75] Allah’tan sakınanlar, mahlukatlar arasında Allah’ın rahmetini kazanmayı en fazla hak edenlerdir.
5- Cehennemden kurtulup cennete girmek: Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “İşte bu, kullarımızdan Allah’a karşı gelmekten sakınanlara, miras kılacağımız cennettir.”[76] Yine yüce Allah şöyle buyuruyor: “Sonra biz, Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da, zâlimleri ise orada diz üstü çökmüş halde bırakırız.[77] Bu Allah’ın rahmetinin gereğidir.
Takvânın gerçekten birçok faydası vardır. Sadece burada zikrettiklerimizle sınırlı değildir. Burası bu hususları detaylı olarak zikretmenin yyeri değildir.
On Dokuzuncu Edep: Sadece Peygamber Efendimize (s.a.s.) Tabi Olma
Bunun mânâsı şudur: Mümin, sadece peygamber efendimizi örnek alıp onun izinden gitmelidir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “Andolsun, Allah’ın Resülünde sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”[78] Ona tabi olmak ve ona uymak Allah’a ve âhiret gününe iman etmenin gerçek bir delilidir. Ona tabi olmak, doğru yolda olmak demektir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “…O halde Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Resûlüne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız….” [79] Allah’ın elçisine tabi olmak, Allah’ın sevgisini elde etmenin yoludur. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi: “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhâmet edendir.”[80]
İnsanların peygamber efendinize tabi olmadan dünya ve âhirette mutluluğu bulmaları mümkün değildir. İşte bundan her Müslüman’ın inancında, ibâdetinde, hayatında, davranışlarında, ahlakında, insanlarla olan muâmelelerinde, cihâdında, kısacası bütün hayatında peygamber efendimizin sünnetine tabi olmalı ve bunun için de çaba harcamalıdır. Şüphesiz ki bu imanın en kuvvetli ve en doğru delillerinden biridir.
Fakat peygamber efendimizin sünnetinden yüz çevirip başkasına uyulursa bu, düzenin bozulup ihtilafların çıkmasına, fesadın meydana gelmesine, dünyada hak yoldan sapılmasına, âhirette de hüsrâna ve azaba dûçar olmanın en büyük sebeplerinden biridir.
Müslümanlar, herhangi bir fesatla karşılaşmaz, hayatlarının herhangi bir noktasında bir huzursuzluk olmaz, düşmanlar onlara musallat olup onları en kötü azap ile cezalandırmaz ve ellerindeki şeyleri almazlar, fiyatlar yükselmez, belâ ve hastalıklar yayılmaz, daha önce görülmemiş hastalıklar ortaya çıkmaz. Ancak bütün bu saydıklarımız, Müslümanlar peygamber efendimizin getirdiği hidâyete tabi oldukları müddetçe bu saydıklarımızı yaşamazlar. Ama bundan yüz çevirirlerse, bu belâ ve musibetler başlarına gelir. Müslümanların, dünya hayatında mutlu yaşamalarına, itibarlarının yükselmelerine, düşmanlarına üstün gelme-lerine ve âhirette de kurtuluşa ermelerine ancak peygamber efendimizin sünnetine tabi olmaları, ona sımsıkı bağlanmaları ve dini sadece Allah’a has kıldıktan sonra peygamber efendimizin sünnetine tabi olmayı dinin vecibelerinden bir vecibe kabul ederlerse, bu onlara kâfidir. Tabi olmayı sadece peygamber efendimize has kılmak, peygamber efendimizin Allah’ın elçisi olduğuna inanmanın ispatı ve onun Allah’ın elçisi olduğuna şehâdet etmenin gerçek bir delilidir. Eğer söz ve fiilleri birbirleri ile çelişirse, peygamber efendimize tabi olma iddiâsı sahte bir şehâdet olur. Her Müslüman’ın hayatının bütününde en iyi bir şekilde peygamber efendimize (s.a.s.) tabi olmaları zorunludur. Peygamber efendimize tabi olmak dünya ve ahirette kurtuluşa ermenin yoludur.
Buraya kadar anlattıklarımız, Allah ve elçisine karşı uyulması gereken edeplerden bizim için kolaylıkla bulduklarımızdır. Bunlardan başka (Allah ve elçisine karşı edepler) çoktur. Ancak burada anlattığımız bu edepler yeterlidir. Bunların sayısı ondokuz tanedir. ‘Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.[81]
[1] – Zehebî, Siyeru a’lâmü’n-nübelâ, VIII, 397.
[2] – en-Nevevî, Mukaddimetu’l-Mecmu’ şerhu’l-muhezzeb, I, 31.
[3] – İbnu Sem’ûn, Tezkiretü’s- sami’ ve’l-mutekellim, s. 2.
[4] – İbnü Sem’ûn, a.g.e., , s. 2.
[5] – İbnü Sem’ûn, a.g.e., s. 2.
[6] – Adı geçen eser , s. 3.
[7] – A.g.e., s. 3.
[8] – A.g.e., s. 3.
[9] – ez-Zehebî, Siyeri a’lâmi’n-nübelâ, XI,316.
[10] – ez-Zehebî, Siyeri a’lâmi’n-nübelâ, XI,316.
[11] – A.g.e., VIII, 416.
[12]– Karâfî, el-Furuk, III, 96, IV, 272.
[13] el-Adâbu’ş-şer’yye, I, 1.
[14] – Ankebut suresi, 17.
[15] – Fâtır suresi, 13-14.
[16] – Zümer suresi, 39/11.
[17] – Beyyine suresi, 98/5.
[18] – Zümer suresi, 39/16.
[19] – Tâhâ suresi, 20/ 113.
[20] Nahl suresi, 16/53.
[21] Bakara suresi, 2/165.
[22]– Sahîhu Buhârî, , İman, 9; Sahîhu Müslim, 43 ( Bu hadis Enes b. Mâlik’ten rivâyet edilmiştir.).
[23] – Sahîhu Buhârî, 15; Sahîhu Müslim, 44 (Bu hadis, Enes b. Mâlikten rivâyet edilmiştir).
[24] Bakara suresi, 2/165.
[25] Mâide suresi, 5/ 54.
[26] – Sahîhu Buhârî, Rikâk, 38 / 89; İbnu Hacer, Fethu’l Bâri, XII, Alçak Gönüllülük, 38 / 6502, s. 618 – 623.
[27] Âl-i İmrân suresi, 3/ 31.
[28] Ra’d suresi, 13/ 28.
[29] Buhârî, Rikâk, 38 / 89 ; İbnu Hacer, Fethu’l Bâri, XII, Alçak Gönüllülük, 38 / 6502, s. 618 – 623.
[30] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 307; Tirmizî, (2516). O bu hadisin hasen ve sahîh olduğunu belirtmiştir. ell-Hakim, el-Müstedrek, III, 541 ve diğerleri birbirine yakın ifadelerle İbn Abbas’tan rivâyet etmiştir. Sahîhu’l-câmi’, (7957).
[31] Buhârî, Rikâk, 38 / 89 ; İbnu Hacer, Fethu’l-bâri, XII, Alçak Gönüllülük, 38 / 6502, s. 618 – 623.
[32] Mâide suresi, 5/ 23.
[33] Talak suresi, 65/ 3.
[34] – Ebû Nu’aym, Hilyetu’l-evliyâ, X,27; diğerleri de bu hadisi Ebû Ümâme’den rivâyet etmişler. Bkz. Sahîhu’l-câmi’, (No: 2085).
[35] Sahîhu Müslim, Cennet, 63.( Bu hadis İyaz b. Himâr el-Mücâşi’den rivâyet edilmiştir)
[36] Sahîhu Buhârî, İlim, 8; Sahihu Müslim, selam, 26. (Bu hadis, Ebû Vâkıd el-Leysî’den rivâyet edilmiştir.)
[37] Sahîhu Buhârî, İman, 3; Sahîhu Müslim, İman, 57-38; Tirmizî, İman, 6.(Bu hadis, Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmiştir.)
[38] Sahîhu Buhârî, Tevhîd, 12; Sahîhu Müslim, Zikir, 5. ( Bu hadis, Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmiştir.)
[39] Münâfikun suresi, 63/ 8.
[40] A’râf suresi, 7/96.
[41] Tâhâ suresi, 20/ 123-124.
[42] Nisâ suresi, 4/ 13-14.
[43] Mülk suresi, 67/ 14.
[44] Ahzâb suresi, 33/ 43.
[45] Bakara suresi, 2/185.
[46] Nisâ suresi, 4/105.
[47] Nisâ suresi, 4/ 65.
[48] Yusuf suresi, 12/ 40.
[49] Mâide suresi, 5/66.
[50] Mâide suresi, 5/ 49.
[51] Bakara suresi, 2/185.
[52] Hacc suresi, 22/ 78.
[53] Sahhihu Buhârî, Menâkıb, 27; Sahîhu Müslim, Fezâil, 77.
[54] Sahîhu Buhârî, Îmân, 29.
[55] Muhammed suresi, 47/ 19.
[56] Hacc suresi, 22/ 62.
[57] – A’râf suresi, 7/180.
[58]– Furkân suresi, 25/2.
[59] – Neml suresi, 27/75.
[60] – Hadîd suresi, 57/22.
[61] Mâide suresi, 5/ 3.
[62] Bakara suresi, 2/286.
[63] Talak suresi, 65/7.
[64] Bakara suresi, 2/185.
[65] Hacc suresi, 22/ 78.
[66] Ahzâb suresi, 33/ 41-42.
[67] Ra’d suresi, 13/ 28.
[68] Sahîhu Buhârî, Tevhit, 35 (No: 7405); Sahîhu Müslim, Zikr, 1(No. 2657) Bu hadis, Ebû Hüreyre’den rivâyet edilmiştir. .
[69] Ahzâb suresi, 33/56.
[70] Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 201; Tirmizî, Sünen, Deavât, 101 (no: 3546); ve o bu hadisin sahîh olduğunu belitmiştir. Et-Taberâni, el-Mu’cemu’l-kebîr, III, 2885; ve diğerleri. Ayrıca bkz. El-Beyhakî, Şu’abu’l-îmân, No 1565). Ebû Hüreyre’den rivâyet etmiştir, a.g.e., (No: 15669 Ali b. Ebû Tâlib’den rivâlet etmiştir. Bkz. Sahîh el-Câmmi’, (No: 2878). .
[71] Sahîhu Müslim, Salât, 70; Ebû Dâvûd, Sünen, Vitir, 26; Tirmizî, Sünen, Vitir, 21; Nesâî, Sünen, Ezân, 37.
[72] Nahl suresi, 16/128.
[73] Âl-i İmrân suresi, 3/120.
[74] Enfâl suresi, 8/29.
[75] A’râf suresi, 7/156.
[76] Meryem suresi, 19/ 63.
[77] Meryem suresi, 19/ 72.
[78] Ahzâb suresi, 33/ 21.
[79] A’râf suresi, 7/158.
[80] Âl-i İmrân suresi, 3/31.
[81] – Bu bölümü “el-‘Akîdetü’l-islâmiyye el-müyessere ve âsâruhu fî hayâti’l-müsllim” kitabından bazı konuların yerini değiştirilerek, bazı ilâveler yapılarak ve bazı ibâreler çıkarılarak alınmıştır, (Müellif).
Bir yanıt bırakın