ALLAH’A DAVET ETMEKLE İLGİLİ EDEPLER

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ALLAH’A DAVET ETMENİN EDEPLERİ

Allah (c.c)’a davet etmek, her Müslüman’a gücü nispetinde vaciptir. Ancak Allah’a davet eden kişinin davet ile ilgili kuralları bilmesi gerekir. Bu edepler, ilgili yerlerde geniş bir şekilde anlatıldığı için biz burada özet mahiyetinde anlatacağız. Bu edeplerden bazıları şunlardır:

 

Birinci edep: Allah’a karşı samimî olmak gerekir.

Amellerin Allah nezdinde kabul görmesi için, Allah’a karşı samimî olmak, temel esaslardan biridir. Samimiyetsiz yapılan ameller boşa gider. Dolayısı ile Allah’a davet eden kişi de gerçekten sevabı olmayan bir şeyin davetçisi olduğu gibi, amelinin de karşılığı, semeresi yoktur ve kıyamet gününde sonu cehennemdir. Fakat ihlâsla, samimiyetle Allah’a davet eden kişinin sevap karşılığı –Allah’ın izni ile –  büyüktür.

 

İkinci edep: Bilgili olmak.

Davetçinin, davet ettiği şey konusunda bilgili olması gerekir, bilgisizce davet etmemesi gerekir, aksi takdirde yapıcı olmaktan çok bozucu olur. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:  “(Resulüm!) Deki; işte benim yolum budur. Ben Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz.”[1] Öyle ise davetçinin davet ettiği şey hususundaki şer’i bilgilerle silahlanması gerekir. Daveti nasıl yapacak, ne zaman davet edecek ve kimleri davet edecek v.b. konularda bilgili olması gerekir. İlim, amelin pusulasıdır. Nice davetçiler vardır ki; bilgisizce Allah’a davet ettikleri için yapıcı olmaktan çok bozucu olmuşlar ve onlar, insanları İslam davetinden nefret ettirmişler. En iyi yardımcı olan Allah’tır.

 

  Üçüncü Edep: Davet edilen kimselerin durumunun dikkate alınması gerekir:

Allah’a davet etme görevinde bulunan herkese, davet edilen kimselerin durumunu dikkate alması ve onlara en faydalı üslubu seçmesi gerekir. İnsanlardan halka faydalı olan üslup, liderlere fayda vermez, Allah (c.c.) Musa ve Harun’u (a.s.), Firavuna gönderirken onlara şöyle buyurdu: “Ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki; düşünüp de öğüt alır ve yahut korkar.”[2]  Seyyar satıcılara faydalı olan üslup, yazarlara ve düşünürlere faydalı olamaz. Her bir insan kesimine ve insan katmanına göre uygun olan bir üslup kullanmak davetçinin zekâsının bir sonucudur. Burada bu üslup çeşitlerini detaylı bir şekilde anlatmaya gerek yok. Bu üsluplar, ilgili yerlerde detaylı bir şekilde anlatılmış olup oraya müracaat edilebilir. Gerekli olan, her insanla anladığı dilden ve faydalı olan bir üslupla konuşmaktır.  Yüce Allah (c.c.), bir ayette şöyle buyurmuştur: “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin dili ile gönderdik ki onlara açıklamalarda bulunsun.”[3]

 

   Dördüncü Edep: Davet için mümkün olan her fırsatı değerlendirmek gerekir.

Allah’a davet eden kişinin, daveti için her türlü uygun fırsatı değer-lendirmesi ve hiçbir fırsatı da kaçırmaması gerekir. Cenazeye gelen insanları gördüğünde veya eğlenceye dalmış insanları bulduğunda, ya da bir trafik kazası için toplanan insanları gördüğünde ya da hapishaneye düşmüş insanları bulduğunda hemen bu ortamları fırsata çevirerek daveti için kullanmalıdır. Hz. Yusuf da (a.s.), hapishaneye düştüğünde orada bulunan insanları davet etmek için fırsatı kaçırmamış, aksine en güzel şekilde ortamı değerlen-dirmişti. Hapishanede bulunan iki arkadaşına şöyle demişti: “Yusuf dedi ki: Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun yorumunu size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir. Şüphesiz ben, Allah’a iman etmeyen ve ahireti de inkâr eden bir milletin dinini terk ettim.” “Atalarım İbrahim, İshâk ve Yakub’un dinine uydum.  Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız, bize yaraşmaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara bir lütfudur. Fakat insanların çoğu şükretmezler.” “Ey benim zindan arkadaş-larım! Ayrı ayrı ilâhlar mı daha iyidir? Yoksa her şeye üstün ve galip olan tek Allah mı?” “Allah’ı bırakıp da o taptıklarınız sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Yoksa Allah, onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, size kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” [4]

Bir davetçinin de böyle olması gerekir, davetinin maslahatı, iyiliği için her ortamdan faydalanmalıdır. Bu anlattıklarımız kısa bir özettir.

 

  Beşinci edep: Davet için farklı zamanlara ve durumlara riayet etmesi gerekir.

   Uykuda olan bir insan, daha hayırlı bir şeye davet etmek için uykusundan uyandırılmaz, ya da öfkenin gözünü kör ettiği bir insan, o anda reddedeceği bir şeye davet edilmez. Şayet böyle bir kişi, normal ve uygun bir durumda olsa seni dinler. Bilakis davet için münasip bir vakit, uygun bir ortam ve bu uygun ortamlarda söylenebilecek şeyleri v. s. seçmek gerekir.

 

Altıncı edep: Allah (c.c.), davete ne ile başlamış ise onunla başlamak gerekir.

Allah’ın peygamberleri, kavimlerini tevhide, Allah’a ibadet etmeye, dinde samimî olmaya ve “lailahe illellah”= Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.”  kelimesinin hakikatini anlamaya ve bu hakikatin gereğini yapmaya davet etmekle başladılar.  Yüce Allah (c.c.), bir ayette şöyle buyurmuştur “And olsun biz, her ümmete, Allah’a kulluk edin, tağuttan sakının diye bir peygamber gönderdik.”[5] Başka bir ayette şöyle buyurmuştur: “(Ey Muhammed!) Biz, senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona: “Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. O halde bana ibadet edin” diye vahiy etmiş olmayalım.”[6]  Nuh (a.s.) davetine şöyle başlamıştır: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur.”[7] Aynı şekilde Hud peygamber de (a. s.), kavmine şöyle demiştir:  “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.” [8] Aynı şekilde Salih peygamber de (a. s.) kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiç bir ilâhınız yoktur.”[9] Aynı şekilde Şu’ayb peygamber de (a. s.) kavmine şöyle demişti:  “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiç bir ilâhınız yoktur.”[10] Aynı şekilde İbrahim peygamber de (a. s.), kavmine şöyle demişti: “İbrahim’i de (peygamber olarak) gönderdik. Hani o, bir zaman kavmine şöyle demişti: “Allah’a kulluk edin, O’na karşı gelmekten sakının. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”[11] Özel kişilerce ve genel olarak herkesçe bilinmektedir ki Hz. Peygamber (s. a. s.) ilk önce Allah’a davet etmeye ve dinde samimî olmaya çağırmakla davete başladı ve bu metot, davasının ana eksenini oluşturdu. Sahabelerine de (r. a.) bunu öğretti. Hz. Mu’âz b. Cebel’i (r. a.) Yemen’e gönderirken ona şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Muhakkak ki sen ehl-i kitap olan bir topluma gidiyorsun. Onları, ilk olarak Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın resulü olduğuma şehadet etmeye davet et. Şayet buna itaât ederlerse, Allah’ın kendilerine bir gündüz ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Bunu kabul edip itaât ederlerse, zenginlerinden alınıp fakirlerine verilmek üzere kendilerine zekâtın farz kılındığını haber ver. Buna da itaât ettikleri takdirde, mallarının en kıymetlilerini almaktan sakın! Mazlumun bedduasını almaktan çekin, çünkü onun bedduası ile Allah arasında perde yoktur.[12]  (Peygamberimiz) Mu’âz’a ilk önce tevhide, sonra namaz kılmaya ve daha sonra da zekât vermeye davet etmesini emretti. Bu şekilde davetçi ilk önce Allah’ın birliğine inanmaya davet etmekle işe başlamalıdır. İlk önce tevhide davet edilmeden yapılan her davet başarısız olmaya mahkûmdur. Sonra davetçinin yapması gereken şudur: İnsanların davetini kabul etmesi için bazı esasları belirlemesi gerekir. O esaslar da Allah’ın birliği ve Allah’a ibadet etmenin manasının anlaşılmasıdır.

Yedinci Edep: Öncelik sıralamasını gözetmek gerekir:

Bu edep, önceki edeplerin bir uzantısıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.), Muaz b. Cebel’e (r.a.), tevhide davet etmekle işe başlamayı emrettikten sonra namaza davet etmesini, sonra da zekât vermeye davet etmesini emretti. Bu şekilde davetçinin de öncelik sırlamasına uyması gerekir. En önemlisi hangisi ise ona öncelik vermeli, sonra ondan daha az önemli işe öncelik vermesi gerekir. İlk önce küçük işlere davet edip de büyük ve önemli işleri sonraya bırakmamalı. Namaz kılmayan ve namaz vaktinde oturup sigarasını içen birsinin yanına gelip de onu namaz kılmaya davet etmeden önce sigarayı bırakmaya davet eden kişi gibi olmamalı. Bu tehlikeli ve önemli bir hatâdır.

Sekizinci edep: Davetin başarılı olmasına yardımcı olan her şeyden yardım almak gerekir:

Davetçinin, davetini başarılı kılacak her türlü vasıtayı kullanmasında hiçbir sakınca yoktur. Kötü şeyleri terk etmeye ve güzel şeyleri yapmaya davet eden kişinin davetine yardımcı olacak tıbbî istatistik verilerinden yararlanması ya da neslin çoğalması ve birden fazla evliliğin çoğalması için bu konudaki istatistikî verilerden yararlanması gibi. Aynı şekilde davetini yaymak için her türlü görsel, işitsel ve okumaya dayalı modern basın yayın araçlarından yararlanabilir. Davetçi, davetini yaymak için bu konuda hiçbir fırsatı kaçırmamalı. Kendisiyle vacibin tamamlandığı şeyin yapılması da vaciptir.

Dokuzuncu edep: Daveti, hikmet ve güzel bir öğütle yapmak gerekir:

Davetçinin hikmetle süslenmesi ve hikmeti davetinde kullanması gerekir. “Bu, Hz. Peygamberin davet metodudur. Kur’ân ve sünnet, zaten hikmetin ta kendisidir.”[13]

Aynı şekilde davet metodunda güzel öğütleri, atasözleri kullanmalı ve Allah’ın (eski ümmetleri helak ettiği) önemli günlerini hatırlatmalı, davetinde kaba davranmaktan kaçınmalı, çünkü kaba davranmak hayır getirmez. Bu konuda Yüce Allah (c. c.), Peygamberine şöyle buyurmuştur: “Allah’ın rahmetiyle sen onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın muhakkak ki (insanlar) senin etrafından dağılıp giderlerdi.”[14]

Sertlik, kabalık ve şiddet Allah’a davet etmeyi çirkin hale getiren davranışlardandır. Peygamberimiz (s. a. s.), bu konuda şöyle buyurmuştur: “Yumuşak huylu olmak hangi şeye girerse, onu güzelleştirir, hangi şeyden çıkarılırsa onu çirkinleştirir.”[15] Peygamberimiz (s. a. s.), başka bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Yumuşak huylu olmayan kimse hayra erişmez.”[16] Öyle ise bir davetçinin Allah Resulünün en büyük ahlakı olan yumuşak huylu olma ahlakıyla ahlaklanması gerekir.

Onuncu edep: Davet edilen kişiyi küçümsememek gerekir:

Bu durum, davetçiyi dinlemeyi reddetmesine sebep olur. Hiç bir zaman kendini ondan daha iyi olduğuna ona hissettirmeyeceksin, ya da kendini ondan farklı görmeyeceksin. Bilakis ona kardeş olduğunu, onun gibi oldu-ğunu, onun bilmediği bilgileri sadece senin ona bildirdiğini hissettireceksin. Başlangıçta onun doğru yoldan sapmış olduğunu, günahkâr olduğunu ve onun suçlu olduğunu v. s. gibi hususları ona hissettirmeyeceksin. Bilakis onun iyi biri olduğunu, ancak bu gibi kötü fiilleri yaptığı için ve bu tür huyları oluğundan eksik biri olduğunu hissettireceksin. Yüce Allah (c. c.), Hz. Peygambere, müşriklere böyle demesini emretmiştir: “(Ey Muhammed!) De ki; Allah. O halde biz veya siz (ikimizden biri) ya hidayet üzerindeyiz veya apaçık bir sapıklık içindeyiz.”[17] Peygamberimiz onlara, siz apaçık bir sapıklık içindesiniz dememiştir. Bu metot, davet edilen kişide, daveti kabul etmesinin önündeki psikolojik engellerin kalkmasına yardımcı olur.

      On birinci edep: Hasmın fikrine katılır gibi görünmek gerekir:

Davet edilen kişi seninle mücadele etmek istediği zaman ve senin yanında onun delilini çürütecek bir delilin varsa, önce ona delilini sunmasına müsaade et, sonra onun delilini çürüt. Bazı konularda ona katıldığını göster, sonra onun delillerini ve sözlerini kendi delilinle çürüt. Hz. İbrahim’in (a. s.), kavminin fikirlerine nasıl karşı çıktığına bakınız: “Gece karanlığı kendisini basınca, bir yıldız gördü. Ve “Rabbim budur” dedi. Yıldız batınca da; “Ben batanları sevmem” dedi. Ay’ı doğarken görünce de: “Rabbim budur” dedi. O da batınca; “Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette yolunu şaşırmış topluluktan olurdum” dedi. Güneş doğarken görünce de; “Rabbim budur, bu daha büyüktür” dedi; O da batınca: “Ey kavmim! Doğrusu ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım dedi.”[18]

Bu üslubun mücadele ve davette çok faydası vardır.

On ikinci edep: Davet edilen kişinin davayı kabul edip etmeme konusunda serbest olduğunu ona hissettirmek gerekir:

Yani davet ettiğin kişinin sana uymak zorunda olmadığını ve sana cevap vermeye, fikirlerine katılmaya zorlanmayacağını ona hissettirmen gerekir. Bilâkis ona, dünyada cevap verip vermeme konusunda serbest olduğunu, ancak ahirette cezasına katlanacağını ona hissettir. Sözünden hoşlanmadığı zaman, senin bu davetten vazgeçmeye hazır olduğunu ona hissettir. Bu yöntem de davetçi ile davet edilen arasında psikolojik engelleri kaldırmaya yardımcı olur. Mus’ab b. ‘Umeyr’in (r. a.); Üseyd b. Hudayr (r. a.) ile S’ad b. Mu’az’a (r.a.) yönelik davetine devam edince, Mus’ab b. ‘Umeyr’in (r. a) davetine devam etmemesini istediklerinde, Mus’ab onların her birine şöyle demişti: “Oturun beni dinleyin, eğer razı olduğunuz bir şeyi söylersem kabul edersiniz, çirkin gördüğünüz bir şey söylersem kabul etmezsiniz.[19] Onlardan her biri Mus’ab’ı dinlediler. Yüce Allah (c. c.), onların kalplerini yumuşattı ve Müslüman oldular. Sonra da kabileleri ard arda İslam’a girdiler. Davette, bu üslubun çok faydası vardır. Özellikle bozgunculuğun yaygın hale geldiği ve düşünce özgürlüğünün mukaddes olduğunu savunanların sayısı çok olduğu v. s. günümüzde bu üslubun faydası çoktur.

         On üçüncü edep: Davet edilenlerin eziyetlerine karşı sabretmek gerekir:

Allah’a davet edenin, sözlü ya da fiili eziyetlere maruz kalması kaçınılmazdır. Davetçinin sabretmesinden başka bir yolu yoktur. Eğer sabret-mezse, daha yolun başında iken davet etmeyi bırakacaktır.

Allah’a davet yolunda eziyetlere uğramak en değerli amellerdendir ve peygamberlerin yoludur. Yüce Allah (c. c.) bir ayette şöyle buyurmuştur: “And olsun ki, senden önceki Peygamberler de yalanlanmıştı. Ama yardımımız onlara yetişinceye kadar yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen onlar sabrettiler. Allah’ın sözlerini değiştirebilecek hiç bir güç de yoktur. Şüphesiz ki; peygamberlerin haberlerinin bir kısmı sana gelmiş bulunuyor.”[20] Ve Yüce Allah (c. c.), Hz. Peygambere şöyle buyurmuştur: “(Ey Muhammed!) O hâlde, sen de yüksek azim sahibi peygamberlerin sabre-ttiği gibi sabret. Ve o kâfirler için acele azap isteme.”[21]

Allah (c.c.), Hz. Peygambere (s.a.s.) zafer gönderinceye kadar, o dava-sında hiç kimsenin sabretmediği kadar sabretmişti ve hiç kimsenin tahammül göstermediği kadar tahammül etmişti. Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: “Asra yemin olsun ki insanlar hüsrandadır. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler hariç (Onlar ziyanda değillerdir).”[22] Yani ilimde, çalışmada, Allah’a davet etmede ve davetçinin daveti esnasında karşılaşacağı eziyetlere karşı sabretmesidir. Bunlar, kurtuluşun dört ana sebebidir. Onun için İmam eş-Şâfi’î (r. a.), bu sure hakkında şöyle demiştir:  “Şayet Allah (c. c.) bu sure dışında başka bir delil indirmemiş olsaydı, bu sure insanlara yeterdi.”

On dördüncü Edep: Davetin uzun sürmesinden bıkmamak gerekir.

Özellikle zaman uzayınca, davet tekerrür edince, davetçi nefretle karşılaşınca ve kabul edenler de olmayınca, nefis rahatlığı tercih eder, var olanla yetinmeye çalışır, davete kimse gelmedi diye ve karşılaştığı engelleri öne sürerek kendini temize çıkarır. Ancak davetin kuralı, ahlakı ve davetin gereği, ümitsizliğe düşmemek ve davet etmekten bıkmamaktır. Bilakis davetçinin sabır konusunda ve bıkmama konusunda Hz. Peygamberi ve diğer peygamberleri örnek alması gerekir. Örneğin Allah (c. c.), Nuh (a. s.) hakkında şöyle buyurmuştur:  “… O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı…”[23]   Nuh (a. s.), bütün vesileleri kullandı, her zaman onları davet etti ve ümitsiz olmadı. Allah (c. c.), Nuh (a. s.) hakkında şöyle buyurmuştur: “Nuh şöyle dedi: “Ey Rabbim! Gerçekten ben gece gündüz yılmadan kavmimi (imana) davet ettim.”…. “Sonra ben onları açıkça imana davet ettim.”  “Sonra, onlara hem açıktan açığa, hem de gizli gizli hakkı tebliğ ettim.”[24]  Bütün bu çabalara rağmen ve Nuh (a. s.) onlar arasında uzun süre kaldığı halde Allah (c. c.), onun hakkında şöyle buyurmuştur: “…. Zaten onun beraberinde bulunan az kimseden başkası da iman etmemişti.”[25]  Davetçi, davetin uzamasından hiçbir zaman bıkmamalı, hidayete erenlerin azlığı ona zarar vermemelidir. Çünkü sâlih kimselerin sayısı her zaman azdır.

On beşinci edep: Davetçi güzel bir örnek olmalıdır:

Davetçinin, ahlakında, yaşayış tarzında ve insanlarla olan muamelesinde güzel bir örnek olması gerekir. Çünkü o böyle davranmazsa, o zaman insanların Allah’a yönelmesine engel olacak ve davetine yönelik insanların nefretini celp edecek, çünkü daha sonra insanlar; “Eğer iddiâ ettiği şeyde hayır olsaydı, ilk önce kendisi ondan faydalanırdı” diyecekler. Öyle ise davetçinin hal ve hareketlerinin, davet ettiği şeye uygun olması gerekir. Bu takdirde davetinin etkisi ve eseri daha büyük olacaktır. Çünkü Yüce Allah’ın peygamberi (s. a. s.), her halinde insanlara en iyi örnekliği teşkil ediyordu. Hattâ Allah (c. c.), onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Muhakkak sen büyük bir ahlak üzeresin.”[26]  Yüce Allah (c. c.), bize de ona uymamızı ve onu örnek almamızı emrederek şöyle buyurmuştur: “And olsun! Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için Allah Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır.”[27] Davetçinin hal ve hareketleri dediklerine aykırı olduğu takdirde, Allah katında varacağı kötü yerinden korkulur.[28]

On altıncı edep: Davetçinin, kendisinde bulunan tüm güzellikleri İslam davetine dönüştürmesi gerekir:

Yani davetçinin, kedisinde bulunan güzelliklerin sebebini İslam’a yaptığı davetten kaynaklandığını insanlara açıklaması gerekir. İnsanlar davetçinin ahlakı hakkında beğenilerini ve takdirlerini ortaya koyunca, kedisine güven-diklerini ifade edince davetçi bu faziletlerin sebebini Allah’a ve yaptığı İslam davetine ait olduğunu belirtmesi gerekir. Allah (c. c.), şöyle buyurmuştur: “İnsanları Allah’a çağıran, iyi ve faydalı iş yapan ve “Ben Müslümanlar-danım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?”[29]

Evet, onda bulunan bütün güzellikler, İslam davetine aittir ve içinde bulunduğu doğru istikametin arka planında Müslüman olduğu için İslamî öğretilerden alınmıştır. Bu da hal ve hareketlerine yansımıştır. O zaman insanlar İslam davetinin, bu davetçinin şahsında ne kadar faydalı ve hoş meyveler verdiğini görecekler. O zaman bu davranışı, meyvelerin kabulü ve tahsil edilmesi için itici bir güç olacak. Allah yardım etsin.

Uyarı:  Bazı İslam davetçileri, davet ettiği şey ile cemaat arasında, ya da cemaatin kurucusu arasında irtibat kurmaya çalışıyorlar, ya da İslam daveti ile falan ve falan adındaki davetçi arasında bağlantı kuruyorlar. Bu büyük bir hatadır ve tehlikeli bir sapma olduğu gibi aynı şekilde Fussilet suresi 33’üncü ayetinin resmettiği metoda aykırıdır: “…… Ben Müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?”[30] Davetçilerin, davetinde Kur’ân metodunu öğrenmesi ve kullanması gerekir. Ayrıca yukarıda zikrettiğimiz hataya düşmemeleri gerekir.

Bu, Yüce Allah’ın tespit etmesini bize kolaylaştırdığı Allah’a davet etmekle ilgili edeplerin sonuncusudur. Bu edeplerin sayısı on altı tanedir. ‘Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun.[31]

[1]Yusuf suresi, 12:108.

[2]Tâ hâ suresi, 20: 44.

[3] –  İbrâhim suresi, 13:4.

[4]Yusuf suresi, 12: 37-40.

[5]Nahl suresi, 14: 36.

[6]Enbiyâ suresi, 17: 25.

[7]A’râf suresi, 7: 59.

[8]–  A’raf suresi, 7: 65.

[9]A’raf suresi, 7: 73.

[10]A’raf suresi, 7: 85.

[11]Ankebut suresi, 29: 16.

[12] – Buhârî, Sahîh,  Zekât, 41, 63 (No: 1458); Müslim, Sahîh, İmân, 29-31, (No:19), Bu hadis,  İbnu Abbâs’tan rivâyet edilmiştir.

[13] – Bkz., Taberî, Cami’u’l-beyân, 9 :663;  İbnu Kesir, et-Tefsîru’l-kebîr, 2:652.

[14]Âl-i İmrân suresi, 3:159.

[15] – Müslim, Sahîh, (No: 2593). Bu hadis,’Âişe’den rivâyet edilmiştir.

[16] – Müslim, Sahîh, (No: 2594). Bu hadis,’Âişe’den rivâyet edilmiştir.

[17]Sebe’ suresi, 34: 24.

[18] En’âm suresi, 6: 76-78.

[19] – İbnu Hişâm,  es-Siretu’n-Nebeviyye, 1: 284-286; Mübarekfûrî, er-Rahîku’l-Mahtûm, s. 144-145.

[20]En’âm suresi, 6: 34’te

[21]Ahkâf suresi, 46: 35.  

[22]Asr suresi, 103: 1-3. 

[23]Ankebut suresi, 29:14.

[24]Nuh suresi, 71: 5-9.

[25] –  Hud suresi, 11: 40.

[26]Kalem suresi, 68: 4.

[27]Ahzâb suresi, 33: 21.

[28] – İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak edeplerinden beşinci edebe bakınız.

[29]Fussilet suresi, 41: 33.

[30]Fussilet suresi, 41:33.

[31] – Fazla bilgi için bakınız: Abdulkerîm Zeydân, Usûlü’d-dâveti, ve diğer kaynaklar.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.